Kategori: Miras Hukuku

BİR KARŞILIK SAĞLANARAK YAPILAN (İVAZLI) MİRASTAN FERAGAT SÖZLEŞMESİ

Mirastan feragat sözleşmesi; miras bırakan ile mirasçısı arasında yapılan ve mirasçının miras payından vazgeçmesini konu alan bir sözleşmedir[1]. Mirastan feragat sözleşmesinin karşılık sağlanarak (ivazlı) veya karşılıksız (ivazsız) yapılması mümkündür.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Mirastan Feragat Sözleşmesi” başlıklı 528.maddesi;

Mirasbırakan, bir mirasçısı ile karşılıksız veya bir karşılık sağlanarak mirastan feragat sözleşmesi yapabilir. Feragat eden, mirasçılık sıfatını kaybeder. Bir karşılık sağlanarak mirastan feragat, sözleşmede aksi öngörülmedikçe feragat edenin altsoyu için de sonuç doğurur.” şeklindedir. 

Kanunda her ne kadar mirasın tümünden feragat şeklinde düzenleme yapılmışsa da; mirastan feragatin kısmen yapılması mümkündür.

Miras bırakan ile mirasın tamamı için mirastan feragat sözleşmesi imzalayan kişi, mirastan hak talep edemeyeceği gibi tereke borçlarından da sorumlu olmaz. Belirtmek gerekir ki; mirastan feragat sözleşmesi, mirasçılık belgesi istemeye engel değildir. Ancak mirasçılık belgesinde bu hususa işaret edilmeli ve mirasçılık sıfatını yitiren kişilerin paylarının kime veya kimlere kaldığı hüküm fıkrasında gösterilmelidir[2]

Mirastan feragat sözleşmesinde taraflarca anlaşılan hususların kanunda belirlenen düzenleme ve sınırlamalara uygun olmasına ve mirastan feragat sözleşmesinin resmi vasiyetname şeklinde hazırlanmasına özen gösterilmesi bu sözleşmeden hak ve menfaat elde edecek kimselerin korunması için zorunludur.

1-Mirastan Feragat Sözleşmesi Resmi Vasiyetname Şeklinde Yapılmalıdır

Mirastan feragat sözleşmesinin kanunda aranan şekil koşullarına uygun yapılmaması bu sözleşmenin iptal edilebilmesi sonucu doğurur. Şekil şartlarına uygun olmayan mirastan feragat sözleşmesi iptal edildiğinde feragat eden taraf, bu sözleşme hiç yapılmamış gibi tekrar miras haklarına ve mirasçılık sıfatına kavuşur.

 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 545. maddesinde;

“Miras sözleşmesinin geçerli olması için resmî vasiyetname şeklinde düzenlenmesi gerekir. Sözleşmenin tarafları, arzularını resmî memura aynı zamanda bildirirler ve düzenlenen sözleşmeyi memurun ve iki tanığın önünde imzalarlar” şeklinde düzenlenmiştir.

Mirastan feragat sözleşmesi de bir tür miras sözleşmesi olduğundan resmi vasiyetname şeklinde yapılması gerekir. Yine Yargıtay’ın 11.02.1959 tarihli ve 16/14 sayılı içtihadı birleştirme kararına göre mirastan feragat sözleşmelerinin resmi vasiyet şeklinde yapılmaları gerekmektedir. Resmi vasiyetnamenin nasıl düzenleneceği, memurun işlevi, tanıkların katılımı, kimlerin tanıklık yapamayacağı gibi konular 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 532. vd. maddelerinde düzenlenmiştir.

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin mirastan feragat sözleşmesinde şekle aykırılık hususunda kararları çelişkilidir. Örneğin bir kararında tanıklık yapamayacak kişilerden birinin tanık olması nedeniyle sözleşmenin şekle aykırı ve geçersiz olduğunu belirtir;

Somut olayda, mirasbırakanın damadı … … 1. Noterliğinin 06.03.2009 tarihli düzenleme şeklinde mirastan feragat sözleşmesinde tanık olarak yer almıştır. Türk Medeni Kanununun 536. maddesinde belirtilen emredici ve yasaklayıcı kural nedeniyle geçerli bir mirastan feragat sözleşmesinden söz edilemez. Bu sebeple davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olmuş; bozmayı gerektirmiştir[3]” şeklinde ifade ederek şekle aykırılığın sözleşmeyi geçersiz kıldığına karar vermiştir.

Ancak Yargıtay 14. Hukuk Dairesi başka bir kararında ise mirastan feragat sözleşmesinde edimlerin ifasından sonra tanıklık yapamayacak kişilerden birinin tanıklık yaptığı gerekçesi ile şekle aykırılığın ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı olduğunu belirterek sözleşmeyi geçerli saymıştır;

Mirasbırakanın altsoyu olan davalı …, davaya konu … 1. Noterliğinin 25.02.2014 tarihli ve 04908 yevmiye sayılı düzenleme şeklinde mirastan feragat sözleşmesinde tanık olarak yer almıştır. Bu nedenle geçerli bir mirastan feragat sözleşmesinden söz edilemez. Ancak, davacı aynı mirastan feragat sözleşmesinde bütün miras hisselerinin tamamından murisi …’dan aldığı 20.000TL bedel karşılığında feragat ettiğini, feragat bedeli olan 20.000TL’yi murisi …’dan nakden ve defaten noterliğin haricinde aldığını ifade etmiştir. Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz (TMK m. 2). Edimlerin ifasından sonra davacının şekil eksikliğini ileri sürerek, gerçekleştirdiği hukuksal işlemin iptalini istemesi; Medeni Kanununun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük ilkesine aykırıdır. Bu bakımdan; mahkemece şekil eksikliği nedeniyle iptal isteminin reddine karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olmuş; bozmayı gerektirmiştir[4]”.

Mirastan feragat sözleşmesinin resmi vasiyetnamenin şekil şartlarına uygun düzenlenmesi önemlidir.

2-Mirastan Feragat Sözleşmesinin Tarafları

Mirastan feragat sözleşmesinin taraflarından biri genellikle miras bırakanın saklı paylı mirasçısıdır. Zira saklı payı olmayan mirasçı için mirastan feragat sözleşmesi yapılmasına gerek bulunmayıp miras bırakanın tek taraflı olarak vasiyet düzenleyerek bu pay üzerinde dilediği gibi tasarrufu mümkündür. Bu nedenle miras bırakanın vasiyetname ile düzenleyebileceği bir konuda karşılıklı bir mirastan feragat sözleşmesi akdetmesine gerek bulunmamaktadır. Ancak miras bırakanın saklı payı olmayan mirasçısı ile mirastan feragat sözleşmesi yapmasına engel bulunmaz.

Mirastan feragat sözleşmesinin tarafı olacak muhtemel mirasçı, bu sözleşmenin yapıldığı tarihte mirasçı olmalıdır. Henüz evlilik gerçekleşmeden müstakbel eş ile yapılan mirastan feragat sözleşmesi, mirasçılık sıfatı henüz kazanılmadığından geçerli değildir.

3-Mirastan Feragat Sözleşmesinin Karşılık Sağlanarak (İvazlı) Yapılmasının Sonuçları

Uygulamada daha çok mirastan feragat sözleşmesinin bir karşılık sağlanarak yapıldığı görülmektedir. Bu karşılık belli bir miktar para, taşınır ya da taşınmaz malın devri şeklinde olabilir. Örneğin mirastan feragat sözleşmesinde miras bırakanın mirasçıya 3 adet dairesini devredeceği ve mirasçının da bunun karşılığında miras hakkından feragat ettiği kararlaştırılabilir.

Mirastan feragat sözleşmesinin, feragat eden muhtemel mirasçıya karşılık sağlanarak (ivazlı) yapılması ile karşılıksız yapılması arasında en büyük fark; karşılık sağlanarak yapılan feragatin mirasçının altsoyunu da etkilemesidir. Ayrıca mirastan feragat sözleşmesinin karşılık sağlanarak yapılması hâlinde; diğer mirasçıların saklı paylarından kaynaklı olarak tenkis davası açmaları söz konusu olabileceği gibi üçüncü kişi konumunda olan miras bırakanın alacaklılarının da duruma göre feragat eden mirasçıdan talep hakkı bulunabilir.

a-Mirastan Feragat Sözleşmesinin Karşılık Sağlanarak Yapılmasının Altsoyun Miras Hakkına Etkisi

Mirastan feragat sözleşmesinde mirasçının belirli bir edim karşılığında mirastan feragat edeceği kararlaştırıldığında kural olarak; mirasçının altsoyu da etkilenecektir. Bir başka ifade ile; karşılık sağlanarak yapılan mirastan feragat sözleşmesinin altsoya etki etmeyeceği açıkça sözleşmede belirtilmediyse bu feragat sözleşmesi altsoyun miras hakkını da ortadan kaldırıcı sonuç doğuracaktır. Örnek vermek gerekirse, miras bırakan anne ile çocuklarından biri belli bir meblağ ödenmesi karşılığında mirastan feragat sözleşmesini imzaladıklarında ve bu sözleşmede sözleşmenin altsoya etkili olmadığını açıkça yazmadıklarında bu sözleşme, sözleşmeyi imzalayan çocuğun kendi çocukları ve torunları için de etkili olur ve onlar da mirastan herhangi bir hak talep edemezler. Yani ivazlı (karşılık sağlanarak) feragat eden kişinin altsoyu, sözleşmenin kendisine etkili olmadığı sözleşmede yazılmadı ise yasal miras payına ve saklı payına kavuşamaz.

Mirastan feragat sözleşmesinin bir karşılık almadan yapılması durumunda ise kanunda belirlenen kuralın tersi durum oluşmakla; feragat edenin altsoyu mirastan hak talep edebilir. Mirastan feragat karşılıksız yapılmasına rağmen altsoya da etkili olacağına ilişkin sözleşmelerin geçerli olup olmadığı konusunda karşıt görüşler bulunmaktadır. Mirastan feragati düzenleyen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 528. Maddesinin gerekçesinde bu konuya değinilmiştir;

“Böylece feragat karşılıklı sağlanarak yapılmış ise, feragat sözleşmesinde belirtilmedikçe, feragat, feragat edenin altsoyuna etkili olacak ve onların da mirasçılık sıfatlarını kaldıracaktır. Düzenlemenin zıt anlamından da feragat karşılık sağlanmadan yapılmışsa, feragat, feragat edenin füruunu etkilemeyecektir. Bu prensibin aksi de mirastan feragat sözleşmesi ile kararlaştırılabilir; ancak feragat edenin altsoyunun mirasbırakana karşı saklı paydan doğan hakları saklıdır”. Bu durumda ivazsız feragat yüzünden, altsoyun saklı payına kavuşamayacağını öngören sözleşme maddelerinin geçersiz sayılacağı savunulmaktadır[5].

b-Diğer Mirasçıların Tenkis Davası Açma Hakkı

Mirastan feragat sözleşmesi bir karşılık sağlanarak (ivazlı) yapılırken feragat eden dışındaki diğer mirasçıların saklı paylarının ihlal edilmemesine dikkat edilmesi gerekir. Mirastan feragat sözleşmesi miras bırakana sınırsız olarak tasarruf kabiliyeti sağlayan bir hukuki yöntem değildir. Miras bırakan tarafından feragat edene sağlanan karşılığın diğer mirasçıların saklı paylarına müdahale etmemesi gerekir. Bu konudaki düzenlemeler 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 573 ve 574. maddelerinde ayrıntılı olarak yapılmıştır;

573. maddesi; “Mirasbırakan, mirastan feragat eden mirasçıya, sağlığında terekenin tasarruf edilebilir kısmını aşan edimlerde bulunmuşsa; diğer mirasçılar bunun tenkisini isteyebilirler. Bu durumda, mirastan feragat edenin sadece saklı payını aşan miktar tenkise tâbi olur. Edimlerin değerlerinin mahsubu, mirasta denkleştirme kurallarına göre yapılır”.

574. maddesi; “Mirastan feragat eden, tenkis sebebiyle terekeye bir malı veya diğer bir değeri geri vermekle yükümlü olursa; dilerse tenkise tâbi değeri geri verir, dilerse almış olduklarının tamamını terekeye geri vererek mirastan feragat etmemiş gibi paylaşmaya katılır”.

Bu düzenleme ile tenkis talebi gündeme geldiğinde feragat edene seçimlik hak tanınmış olup tenkise tabi kısmı geri verme veya aldıklarını tamamen geri verip miras paylaşımına katılma yönünde tercih hakkını kullanabilir.

Yine 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun m.565/2 hükmü gereği , “miras haklarının ölümden önce tasfiyesi maksadıyla yapılan kazandırmalar” da ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tabi olduğundan saklı paylı mirasçıların tenkis davası açabilmeleri mümkündür.

Buna karşılık geçerli olarak kurulan ve bir karşılık sağlanarak yapılan mirastan feragat sözleşmesi kural olarak feragat edenin altsoyunun da mirasçılık haklarını kullanmasını engellediğinden gerek feragat eden gerekse altsoyu saklı payın ihlal edildiği gerekçesi ile tenkis davası açamaz.

c-Karşılık Sağlanarak Yapılan Feragatte Miras Bırakanın Alacaklılarının Talep Hakkı

Mirastan tümü ile feragat eden kişinin mirasçılık sıfatı kalmadığından mirasın aktifinden hak talep etmesi mümkün değildir. Mirastan feragat eden kişinin aynı zamanda miras bırakanın borçlarından da sorumluluğu kalmamıştır. Ancak miras bırakandan karşılık alıp mirastan feragat eden mirasçılar, son beş yıl içinde almış olduklarını halen ellerinde bulunan miktar oranında geri vermekle yükümlüdürler.

Alacaklının haklarını koruyan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 530. maddesine göre;

Mirasın açılması anında tereke, borçları karşılayamıyorsa ve borçlar mirasçılar tarafından da ödenmiyorsa, feragat eden ve mirasçıları, alacaklılara karşı feragat için ölümünden önceki beş yıl içinde mirasbırakandan almış oldukları karşılıktan, mirasın açılması anındaki zenginleşmeleri tutarında sorumludurlar.

Alacaklıların bunu dava yoluyla talep edebilmesi için; terekenin borcu karşılamaması ve diğer mirasçılar tarafından borcun ödenmemiş olması gerekir.

4-Mirastan Feragat Edenin Payının Ait Olacağı Kişi

Mirastan feragat hâlinde, feragat edilen bu payın kime ait olacağı mirastan feragat sözleşmesinde açıkça kararlaştırılabilir. Feragat edilen miras payının kalacağı kişi olarak belirlenen bu kişinin; mirasın reddi, miras bırakandan önce ölmesi, mirastan çıkarma vb. bir nedenle mirasçı olamaması hâlinde ise feragat hükümsüz olur ve feragat eden yeniden mirasçı olur. Ancak belli bir kişi kararlaştırılmadı ise; en yakın ortak kökün altsoyu lehine yapılmış sayılır.

Türk Medeni Kanunun 529/2. hükmü;

“Mirastan feragat sözleşmesi belli bir kişi lehine yapılmamışsa, en yakın ortak kökün altsoyu lehine yapılmış sayılır ve bunların herhangi bir sebeple mirasçı olamaması hâlinde, feragat yine hükümden düşer.” şeklindedir.

Örneğin; feragat sözleşmesinde kimin lehine olduğu bildirilmeden babasının mirasından feragat eden mirasçının payı, en yakın ortak kökün altsoyuna yani feragat edenin kardeşlerine veya bunlar yok ise kardeş çocuklarına geçer. Yine bunların herhangi bir sebeple mirasçı olamaması hâlinde, feragat hükümden düşer.

Eşin mirastan feragat etmesi durumunda bu düzenlemenin, “eş mirastan feragat etmemiş olsaydı kimlerle mirasçı olacak idiyse, feragat o kişiler lehine yapılmış sayılır.” şeklinde anlaşılması gerektiği ifade edilmektedir[6].

5-Mirastan Feragat Sözleşmesinin Mirasın Reddi ve Miras Hakkının Devrinden Farkı

Feragat sözleşmesi ile bazı diğer hukuki işlemler benzerlik gösterebilir. Örneğin mirasın reddi veya miras hakkının devri sonuçları itibari ile mirastan feragate benzemekle birlikte; bu işlemler feragat sözleşmesinden farklıdır.

Mirasın reddinde de mirastan feragatte olduğu gibi mirasçı miras hakkını almaz. Ancak mirastan feragat, miras bırakanın sağlığında yapılan, miras bırakanın katıldığı ve iki tarafı olan bir hukuki işlem iken; mirasın reddi; ancak miras bırakanın ölümünden sonra yapılan ve tek tarafı olan bir hukuki işlemdir. Mirasın reddi işleminde reddedene bir karşılık sağlanması söz konusu değildir.

Mirastan feragat miras bırakan ile miras bırakanın sağlığında yapılan bir sözleşme iken; miras hakkının miras bırakanın ölümünden önce veya sonra devri mümkündür. Bu durumda muhtemel mirasçı miras hakkını başka bir mirasçıya veya üçüncü kişiye devretmektedir. Miras hakkının mirasçılar arasında devrinde yazılı şekil şartı yeterli olduğu hâlde; mirastan feragat sözleşmesinin resmi vasiyet şeklinde yapılması gerekir.

Miras hakkına ilişkin düzenlenen belgenin miras hakkının devri mi yoksa mirastan feragat sözleşmesi mi olduğunun belirlenmesi sözleşmenin şekil şartlarının tespitine ve dolayısıyla geçerliliğine etki eder. Yargıtay  16. Hukuk Dairesi tarafından yapılan değerlendirmede, davaya bakan ilk derece mahkemesinin belgeyi mirastan feragat sözleşmesi olarak değerlendirmekle hataya düştüğü, mirasçılar arasında miras bırakanın sağlığında yapılan devir sözleşmesinde adi yazılı şeklin yeterli olduğu ifade edilerek; “Eldeki davanın konusu 1974 tarihli senet, muris ile mirasçısı arasında değil, murisin mirasçıları arasında ve murisin sağlığında düzenlendiğine göre 743 sayılı Medeni Kanunun 613. maddesinin uygulanacağı açıktır. Uygulamada ve öğretide mirasçılar arasında yapılan bu tür sözleşmelerin resmi şekilde yapılmasının gerekmediği, yazılı olmasının yeterli olduğu, murisin muvafakatinin ise adi yazılı şekil ile veya ispat edilmek şartı ile başka surette sağlanabileceği kabul edilmiştir[7]” şeklinde belirtilmiştir.

Sonuç olarak; mirastan feragat sözleşmesi benzer hukuki işlemler olan miras payının devri sözleşmesi veya mirasın reddine benzemekle birlikte pek çok noktada bu işlemlerden ayrılır. Düzenlenen belgenin üstünde feragat ya da devir ifadelerinin kullanılması, o belgenin tek başına hukuki nitelendirmesinin yapılmasında ve doğuracağı sonuçların belirlenmesinde yeterli değildir. Mirastan feragat sözleşmesinin resmi vasiyetname şeklinde yapılması gerekir. Mirastan feragat sözleşmesinin karşılık sağlanarak yapılması durumunda; aksi kararlaştırılmadıkça sözleşme altsoya etkilidir. Yine bazı şartların mevcut olması hâlinde;  mirastan feragat sözleşmesinden saklı payı zarar gören mirasçıların tenkis davası açması veya miras bırakanın alacaklılarının da ivaz nedeniyle talepte bulunması mümkündür.


[1] Zahit İMRE-Hasan ERMAN, Miras Hukuku, DR Yayınları, İstanbul, 2014, 10. Baskı, s.196.

[2] Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 2022/3350 E.-2022/4642 K. sayılı ve 29.06.2022 tarihli kararı.

[3] Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2019/3626E-2020/5850 K. sayılı ve 06.10.2020 tarihli kararı.

[4] Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2016/8822 E.-2019/2813 K. Sayılı ve 27.03.2019 tarihli kararı.

[5] Mehmet Can SÜRMELİ, Mirastan Feragat Sözleşmesi, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi s.128.

[6] Hakan ALBAŞ, Mirastan Feragat Sözleşmesi ve Hükümlerine İlişkin Bazı Sorunlar, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 9, Özel Sayı, 2007, s.549.

[7] Yargıtay  16. Hukuk Dairesi 2017/3546 E.-2018/7349 K. sayılı ve 04.12.2018 tarihli kararı.

MİRASTA DENKLEŞTİRME VE TENKİS DAVALARININ KARŞILAŞTIRILMASI

Mirasta denkleştirme; miras bırakanın sağlığında mirasçısına yapmış olduğu karşılıksız kazandırmaların aynen veya değeri ile miras ortaklığına iadesini sağlar. Tenkis ise; miras bırakanın saklı paylı mirasçılarının miras haklarını zedeleyecek şekilde yaptığı kural olarak ölüme bağlı ve bazı durumlarda sağlararası tasarrufların indirilmesi amacına hizmet etmektedir. Hakları zedelenen mirasçıların başvurduğu hukuki çareleri konu olan bu iki dava türü arasında; konuları, dava açma süreleri, tarafları, miras bırakanın iradesinin bu talepler üzerindeki etkisi ve davaların sonuçları bakımından bazı farklılıklar bulunmaktadır.

1- Denkleştirmeye konu kazandırmalar, sadece sağlararası kazandırmalar olup ölüme bağlı kazandırmalarda denkleştirme söz konusu olmaz. Bir başka ifade ile; miras bırakan halen hayatta iken yaptığı tasarruflarda denkleştirme söz konusu olabilirken; vasiyetname, miras sözleşmesi gibi ölüme bağlı tasarruflarda denkleştirme söz konusu olmaz. Tenkise tabi kazandırmalar ise kural olarak ölüme bağlı kazandırmalar ile Türk Medeni Kanunu’nun 565. ve 567. maddesinde açıklanan şartları taşıdığı tespit edilen sağlararası kazandırmalardır.

2- Denkleştirme davasında davacı ve davalı taraflar yalnızca yasal mirasçılar olabilir. Miras bırakanın yasal mirasçı olmayan üçüncü bir kimseye (örneğin çocukları sağ iken kardeşine) yaptığı kazandırmalarda denkleştirme talep edilmesi mümkün değildir. Oysa tenkis davasında davacı taraf, saklı payı ihlal edilen yasal mirasçı (istisna olarak TMK m.562’de düzenlenen mirasçının alacaklıları veya iflas masası) davalı taraf ise murisin lehine tasarruf oranını aşan kazandırma yaptığı herhangi bir kimse olabilir.

3- Denkleştirme, terekenin paylaştırılmasına ilişkin ve paylaştırma aşamasında söz konusu olur. Oysa tenkis paylaştırmadan önce veya sonra kanunda belirlenen süreler içerinde ileri sürülebilir.

Denkleştirme, mirasın paylaşılmasına kadar talep edilebilir. Ancak Yargıtay denkleştirme için 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağını kabul etmektedir. Konuya ilişkin Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2013/25017 E.-2014/573 K. sayılı ve 16.01.2014 tarihli kararında; “Mirasta denkleştirme istemi mirasın paylaşılması tamamlanana kadar gerçekleştirilebilir. Başka bir anlatımla mirasta denkleştirme istemi miras paylaşılmadığı sürece zamanaşımına uğramaz. Mirasın taksimi halinde ise taksimin yapılmasından itibaren on yıllık zamanaşımı süresi içinde mirasta denkleştirmenin istenmesi gerekir.” şeklinde ve yine aynı yöndeki Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2015/16021 E.- 2015/10505 K. sayılı ve 17.11.2015 tarihli kararında; “Denkleştirme davası, taksim yapılana kadar zamanaşımına tabi olmadan her zaman açılabilir.(YİBK 11.11.1969 günlü ve 2862/5059sayılı) Taksim yapılmış ise taksim tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımına tabidir” şeklinde belirtilmiştir.

Tenkis davası ise paylaştırmadan önce veya sonra açılabilmekle birlikte; Türk Medeni Kanunu’nun 571. maddesinde; “Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer” şeklinde düzenlenmiş olup belirlenen 1 ve 10 yıllık hak düşürücü süreler içerisinde tenkis davasının açılması gerekmektedir. Bununla birlikte; tenkis iddiasının defi yolu ile her zaman ileri sürülmesi mümkündür.

4- Mirasta denkleştirmede; lehine kazandırma yapılan kişinin iade yükümlülüğünün bulunup bulunmayacağı mirasbırakanın iradesine bırakılmıştır. Türk Medeni Kanununun mirasta denkleştirmeyi düzenleyen hükümlerinde sadece belirli durumlar için irade karinesi mevcut olup aksinin ispatı mümkündür.

Türk Medeni Kanunu’nun 669/2. maddesinde; “Mirasbırakanın çeyiz veya kuruluş sermayesi vermek ya da bir malvarlığını devretmek veya borçtan kurtarmak ve benzerleri gibi karşılık almaksızın altsoyuna yapmış olduğu kazandırmalar, aksi mirasbırakan tarafından açıkça belirtilmiş olmadıkça, denkleştirmeye tâbidir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu kanun maddesinde düzenlenen karineye göre; miras bırakanın altsoya yaptığı karşılıksız kazandırmanın kural olarak terekeye iadesi gerekmektedir. Ancak kazandırmadan yararlanan (altsoy) mirasçı, miras bırakanın bu kazandırmanın iade edilmeyeceğini belirttiğini ispat ettiği takdirde denkleştirme yapılmaz. Altsoy dışındaki mirasçılara miras bırakan tarafından yapılan kazandırmalarda ise bu durum farklıdır. Altsoy dışındaki yasal mirasçılara (örneğin eşi) miras bırakan tarafından yapılan kazandırma açısından denkleştirme yapılması için; miras bırakanın açıkça iadenin yapılacağını belirttiğini ispat etmek gerekir. Bir diğer ifade ile; altsoy dışındaki mirasçılara miras bırakan tarafından yapılan kazandırmaların korunacağı kural olup; bunun aksini iddia ve talep edenin miras bırakanın iadenin yapılacağı yönünde açık iradesini ortaya koyduğunu ispat etmesi gerekir.

Burada kanun koyucu miras bırakanın çocukları arasında ayrım yapmayacağı ve çocuklardan birine sağlığında karşılıksız kazandırma yaptığı takdirde miras bırakanın iradesinin, bunun terekeye iadesi şeklinde olacağı varsayımıdır. Buna karşılık; altsoy dışındaki yasal mirasçılara yapılan kazandırmalarda miras bırakan açıkça kazandırmayı sağlayan iade yükümü olduğunu belirtmedikçe kazandırmanın denkleştirilmesi de söz konusu olmayacaktır. Ancak eklemek gerekir ki; mirasta denkleştirme yapılmayacağı sonucuna varıldığı takdirde dahi saklı paylı mirasçıların tenkis hakları saklıdır. Mirasta denkleştirme davasında miras bırakanın iradesinin ne şekilde belirleyici olduğunu ifade eden Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2016/9034 E.- 2019/3584 K. sayılı ve 18.04.2019 tarihli kararında; “Altsoya yapılan kazandırma aksi miras bırakan tarafından açıkça belirtilmemişse karine olarak denkleştirmeye (iadeye) tabidir. Altsoya yapılan sağlararası kazandırmanın denkleştirmeye tabi olmadığını davalı (altsoy) ispatlamalıdır. Altsoy dışındaki yasal mirasçılara yapılan kazandırma, karine olarak denkleştirmeye (iadeye) tabi değildir. Altsoy dışındaki yasal mirasçıya yapılan kazandırmanın Denkleştirmeye (iadeye) tabi olduğunu davacı ispatlamalıdır. Miras bırakanın iradesinin denkleştirmeye (iadeye) tabi olup olmadığının ispatı şekle tabi değildir, her türlü delille ispatlanabilir” şeklinde açıklanmıştır. (Yine aynı yönde kararlar için bkz: Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2016/15900 E.- 2019/5589 K. sayılı ve 23/09/2019 tarihli kararı, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2016/9041 E.- 2019/3588 K. sayılı ve 18.04.2019 tarihli kararı)

Buna karşılık murisin yapmış olduğu kazandırmanın tenkise tabi tutulmayacağına ilişkin ortaya koyduğu irade geçersiz olup saklı paylı mirasçıların tenkis talebinde bulunma hakları kanuna dayanmaktadır. Bir başka ifade ile; miras bırakanın yaptığı kazandırmanın tenkise tabi tutulmayacağını da belirtmiş olsa; serbest tasarruf miktarı aşan kısım için tenkis hükümleri uygulanacaktır.

5- Denkleştirmeye konu kazandırma, tümüyle terekeye iade edilir. Örneğin miras bırakan yasal mirasçılarından birisi olan en genç oğluna (A) taksicilik yapması için 18.10.2019 tarihinde 150.000,00-TL karşılığında bir taksi almış ve bu kazanımın denkleştirme tarihi olan 18.10.2023 itibariyle değeri 850.000,00-TL olmuş ise; lehine kazandırma yapılan (A) taksiyi terekeye aynen ya da değeri 850.000,00-TL olarak terekeye iade eder. Tenkis davasında ise yalnızca Türk Medeni Kanunu’nda miras bırakanın serbestçe tasarruf edebileceği belirlenen oranı aşan kısım için tasarrufun indirilmesi söz konusu olur. Bir başka ifade ile; denkleştirme yapılan kazandırmanın tamamen terekeye iadesi sonucunu doğurmakta iken; tenkiste miras bırakanın serbest tasarruf nisabını aştığı kısmın indirilmesi söz konusudur. Tenkiste indirilecek kısmın ne şekilde hesaplanacağı konusunda; http://www.sobaci.av.tr/mirasta-tenkis-hesabinin-yapilmasi/ linkine tıklayarak “MİRASTA TENKİS HESABININ YAPILMASI” başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz.

Mirasta denkleştirme ve tenkis davalarının her ikisi de miras hakları ihlal edilen mirasçıların başvurabilecekleri hukuki çareler olmakla birlikte; bu yazıda iki dava türü karşılaştırılarak davaların konusu, tarafları, dava açmak için öngörülen süre, koşullar, miras bırakanın iradesinin davalar üzerindeki etkisi ve davaların sonuçları yönünden farklılıkları kısaca açıklanmıştır.

ÖLÜNCEYE KADAR BAKMA SÖZLEŞMELERİNDE İPTAL, TENKİS VE MUVAZAA

A- Genel Olarak Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi

1-Tanımı, Tarafları ve Konusu

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 611-619. maddeleri arasında düzenlenmiştir.

TBK’nın 611. maddesinde ölünceye kadar bakma sözleşmesi, “bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.

Sözleşmenin bakım alacaklısı ve bakım borçlusu olmak üzere iki tarafı bulunmaktadır. Bu sözleşme, bakım alacaklısı bakımından bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini devretme borcunu, bakım borçlusu bakımından bakım alacaklısını yaşadığı süre boyunca bakım ve gözetimini yapma borcunu içerdiğinden her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. TBK’nın 614. maddesine göre; bakım borçlusu, almış olduğu malların değerine ve bakım alacaklısının daha önce sahip olduğu sosyal durumuna göre hakkaniyetin gerektirdiği edimleri, bakım alacaklısına ifa etmekle yükümlüdür. Bakım borçlusu, bakım alacaklısına özellikle uygun gıda ve konut sağlamak, hastalığında gerekli özenle bakmak ve onu tedavi ettirmek zorundadır.

            TBK’nın 613. maddesinde; “Bakım borçlusuna bir taşınmazını devretmiş olan bakım alacaklısı, haklarını güvence altına almak üzere, bu taşınmaz üzerinde satıcı gibi yasal ipotek hakkına sahiptir” şeklinde belirlenerek bakım alacaklısına devir konusu malvarlığı üzerindeki hakları bakımından güvence getirilmiştir.

Bakım alacaklısı, ölünceye kadar bakma sözleşmesinden doğan edimini sağ iken yerine getirmeyi üstlenebileceği gibi bakım alacaklısının mirasçı olarak atanmasını da üstlenebilir. TBK’nın 611/2. maddesinde; bakım borçlusu, bakım alacaklısı tarafından mirasçı atanmışsa, ölünceye kadar bakma sözleşmesine miras sözleşmesine ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirlenmiştir. Bakım alacaklısının, bakım borçlusuna karşı üstlendiği edimi ölüme bağlı bir tasarruf ile yerine getirdiği durumlarda, miras hukuku nitelikli bir sözleşmenin, sağ iken yapacağı bir hukuki işlem ile yerine getirdiği durumlarda ise borçlar hukuku nitelikli bir sözleşmenin bulunduğu kabul edilmektedir[1].

2-Şekli

            TBK’nın 612. maddesinde; ölünceye kadar bakma sözleşmesinin, mirasçı atanmasını içermese bile, miras sözleşmesi şeklinde yapılmadıkça geçerli olmayacağı düzenlenmiştir. Buna göre gerek miras hukuku nitelikli gerekse borçlar hukuku nitelikli ölünceye kadar bakma sözleşmesinin geçerli olabilmesi için miras sözleşmesi şeklinde yapılması gerekmektedir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 545. maddesindeki; “Miras sözleşmesinin geçerli olması için resmî vasiyetname şeklinde düzenlenmesi gerekir. Sözleşmenin tarafları, arzularını resmî memura aynı zamanda bildirirler ve düzenlenen sözleşmeyi memurun ve iki tanığın önünde imzalarlar” şeklindeki hüküm ile miras sözleşmesinin düzenlenmesi resmi şekil şartına bağlanmıştır. Resmi şekil şartını gerçekleştirmeye yetkili kişiler TMK’nın 532. maddesinde; “Resmî vasiyetname iki tanığın katılmasıyla resmî memur tarafından düzenlenir. Resmî memur sulh hâkimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki verilmiş diğer bir görevli olabilir” şeklinde ifade edilmiştir.

            Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin kural olarak resmi şekilde yapılması gerekmekle birlikte TBK’nın 612/2. maddesinde bu kurala istisna getirilerek; “Sözleşme, Devletçe tanınmış bir bakım kurumu tarafından yetkili makamların belirlediği koşullara uyularak yapılmışsa, geçerliliği için yazılı şekil yeterlidir. Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, Devletçe tanınmış bir bakım kurumu ile yapılacaksa yetkili makamların belirlediği koşullara uyularak adi yazılı şekilde yapılabilir.

B-  Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinde İptal ve Tenkis

            TBK’nın 615. maddesinde nafaka yükümlülerinin ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptalini talep etme hakları, mirasçıların tenkis talep etme ve alacaklıların iptal davası açma hakları düzenlenmiştir.

1-Nafaka Yükümlüleri Tarafından Açılan İptal Davası

TBK’nın 615. maddesinde; “Bakım alacaklısı, ölünceye kadar bakma sözleşmesi yüzünden kanuna göre nafaka yükümlüsü olduğu kişilere karşı yükümlülüğünü yerine getirme imkânını kaybediyorsa, bundan yoksun kalanlar sözleşmenin iptalini isteyebilirler. Hâkim, sözleşmenin iptali yerine, bakım borçlusunun ifa edeceği edimlerden mahsup edilmek üzere, bakım alacaklısının nafaka yükümlüsü olduğu kişilere nafaka ödemesine karar verebilir” şeklinde belirlenmiştir. Bakım alacaklısının nafakayla yükümlü olduğu kimselerin, sözleşmenin iptalini talep edebilmeleri için sözleşmenin nafaka yükümlülüğünü yerine getirmeye engel teşkil etmesi gerekir. Ancak hâkim duruma göre ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptali yerine bakım borçlusunun devretmeyi üstlendiği malvarlığı değerlerinden mahsup edilmek üzere nafaka ödenmesine karar verebilir.

2-Bakım Alacaklısının Mirasçıları Tarafından Açılan Tenkis Davası

TBK’nın ölünceye kadar bakma sözleşmesi hükümlerini düzenleyen 615/3. maddesinde; “Mirasçıların tenkis ve alacaklıların iptal davası açma hakları saklıdır” şeklinde belirlenmiştir.

            Kanun koyucu, kanuni mirasçıların bazılarına, miras bırakanın iradesiyle ortadan kaldırılamayan, dokunulamayan bir miras hakkı tanımıştır. İşte, tanınan bu hakka saklı pay, bu hakkın tanındığı kimselere de saklı paylı mirasçı denilmektedir. Saklı paylı mirasçının hakkı, miras bırakanın iradesinden bağımsız olarak güçlendirilmiş olup, miras bırakanın bu hak üzerinde tasarrufta bulunması yasaklanmıştır. Miras bırakan ancak saklı pay dışında kalan kısımda istediği şekilde tasarruf etme imkânına sahip olur. TMK’nın 560. maddesine göre; “Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, miras bırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler. Tenkis davası geçerli sözleşmeler hakkında saklı paylı mirasçılar tarafından açılır” şeklinde belirlenmiştir.

Tenkis davasının, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinden itibaren on yıl içerisinde açılması gerekmektedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2013/1-77 K. 2013/1007 T. 3.7.2013 kararında “… somut olayda murisin davacılardan mal kaçırmasını gerektiren bir olgunun ve sebebin varlığı da kanıtlanmış değildir. Öte yandan ölünceye kadar bakım sözleşmeleri ivazlı akitlerden olup bu tür temliklerde tenkis hükümlerinin de uygulanamayacağı kuşkusuzdur. Temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil; ölünceye kadar bakıp gözetme olduğu, muvazaa ile illetli bulunmadığı kabul etmek gerekir. Bu bakımdan davanın reddine karar verilmesi gerekir” denilmiştir. Ölünceye kadar bakma sözleşmesi hükümleri gereği miras bırakanın malvarlığı değerlerini bakım borçlusuna devretmiş olduğu bir durumda; olayın niteliğine göre değerlendirme yapılınca akdin tarafların iradelerini yansıttığı ve karşılıklı edimleri içerdiği kanaatine varılıyorsa devir işleminin tenkisi istenemeyecektir.

Tenkis davasının açılabilmesi, şekle tabi olmayan bir gizli işlemin mevcut olması durumunda söz konusu olacaktır[2].

3-Bakım Alacaklısının Alacaklıları Tarafından Açılan İptal Davası

TBK’nın 615/3. maddesinde; “Mirasçıların tenkis ve alacaklıların iptal davası açma hakları saklıdır” şeklinde belirlenmiştir.

Bakım alacaklısının, yaptığı ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile malvarlığının bir kısmını veya tamamını bakım borçlusuna devrederek, alacaklılarının haklarını ihlâl etmesi halinde alacaklılara iptal davası açma hakkı tanımıştır.

TBK m. 615/3’ de belirtilen dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 277. ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davasıdır. Açılan dava sonunda alınan hüküm, maddî hukuk açısından sonuç doğuran bir hüküm olmayıp icra hukukuna ilişkindir.

C-     Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmelerinde Muvazaa

Bir akitte muvazaa, tarafların yaptıkları akdin hiç hüküm doğurmaması veya görünüşteki akitten başka bir akdin hükümlerini doğurması hususunda anlaşmaları olarak tanımlanmaktadır[3]. Tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerine uygun olmayan ve hukuki sonuç doğurmasını istemedikleri bir görünüş meydana getirme konusunda anlaşmaları ile muvazaa ortaya çıkmaktadır. 

 Türk hukuk doktrin ve uygulamasında mutlak ve nispi muvazaa olmak üzere iki çeşit muvazaa kabul edilmektedir. Tarafların aslında hüküm ve sonuç doğurmasını istemeden kendi aralarında üçüncü kişileri aldatmak amacıyla yaptıkları hukuki işlemler mutlak muvazaalı işlemlerdir. Örneğin; bakım alacaklısının gerçek alacaklılarından mal kaçırmayı amaçlayarak bir kimseye mal devri yapmış gibi göstermesi durumunda, tarafların hüküm ve sonuç doğurmasını istemedikleri bir sözleşme yapılmış olduğundan mutlak muvazaa bulunmaktadır. Mutlak muvazaa ile yapılan kazandırmalar geçersiz olur.

Tarafların görünürde yaptıkları hukuki işlem ile üçüncü kişileri aldatarak aslında gizli başka bir sözleşmenin sonuç doğurmasını kararlaştırmaları durumunda ise nispi muvazaa söz konusu olmaktadır. Mirasçılardan mal kaçırma amacıyla hareket eden bakım alacaklısının, yapacağı ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle sanki ivazlı bir kazandırma yapıyor gibi bağışlama yapması durumunda nispi muvazaa söz konusu olur. Bu durumda bakım alacaklısının mirasçılarının muvazaa nedeniyle sözleşmenin geçersizliğini ileri sürerek sözleşmeye bağlı yapılmış kazandırmaların iptali için dava açmaları mümkündür.

Muvazaadan bahsedilebilmesi için yapılan temlikte bakım alacaklısının gerçek amaç ve iradesinin duraksamaya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması gerekir. Gerçek irade ve amacın ortaya çıkarılması için muvazaaya ilişkin delillerin eksiksiz toplanılması yanında bunların birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesinin önemi büyüktür. Bu hususta Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin E. 2000/14753, K. 2001/140 sayılı ve 16.1.2001 tarihli, E. 2003/1780, K. 2003/2461 sayılı ve 6.3.2003 tarihli kararlarında; “… ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için; sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan malvarlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olgunun göz önünde tutulması gerekir”. Dolayısı ile muvazaanın tespitinde her olaya göre ayrı bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.

            Nispi muvazaa ile bir akit başka bir akdi gizlemek için yapılmışsa gizli akit muteberlik şartlarını haiz ise muvazaadan etkilenmez ve geçerli bir akit olarak hükümlerini doğurur[4]. Ancak gizli akdin geçerliliğinin belirli bir şekil şartına bağlı olması durumunda şekle aykırılığın sonucu gizli akit geçersiz olur. Nispi muvazaa ile taşınmaz devri yapıldığında görünürdeki işlem tarafların iradelerine uygun olmadığından gizli olan bağış işlemi ise şekil şartına uygun yapılmadığından geçersiz olur. Bu durumda saklı pay sahibi olsun ya da olmasın tüm mirasçıların dava açma hakkı bulunmaktadır. Yargıtay 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında muvazaanın tespiti halinde; “…Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olsun miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanununun 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1/4/1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi” şeklinde belirlenmiştir.

            Yargıtay tarafından 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda gizli işlemin şekil bakımından geçersiz olması yapılan işlemi butlanla malul yani baştan itibaren geçersiz kabul edilmektedir.  Ancak nispi muvazaa ile taşınır ve tapusuz taşınmaz devri yapılması durumunda gizli işlem için şekil şartı aranmamakta olduğundan yapılan gizli işlem geçerli olur.

Muvazaanın tespiti kriterlerine ilişkin güncel kararlar

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi  2019/3386 E.  ,  2020/6554 K. sayılı, 09/12/2020 tarihli kararı

MAHKEMESİ: … BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL-TENKİS


Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil- tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, davacılar vekilinin istinaf başvurusu, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 6100 sayılı HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir. Davacılar, ortak miras bırakan babaları …’ın 2593 ve 6984 parsel sayılı taşınmazlarını ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle davalıya devrettiğini, işlemin mirastan mal kaçırma amacıyla yapıldığını, saklı paylarının ihlal edildiğini ileri sürerek miras payları oranında tapu iptali ve tescile, mümkün olmazsa tenkise karar verilmesini istemişlerdir. Davalı, bakım borcunu yerine getirdiğini, muvazaanın bulunmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince, miras bırakanın taşınmazlarını bakılmak amacıyla davalıya devrettiği, mal kaçırma iradesinin olmadığı, temlik ivazlı olduğundan tenkise de tabi olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacılar vekilinin istinaf başvurusu, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 6100 sayılı HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddedilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan …’ın 2593 (2750m2 – zeytinli tarla) ve 6984 (292m2 – avlulu kerpiç ev) parsel sayılı taşınmazlarını 22.10.2014 tarihinde ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle oğlu olan davalı …’e temlik ettiği, 1939 doğumlu miras bırakanın 06.08.2015 tarihinde öldüğü, geriye mirasçıları olarak davanın tarafları ile dava dışı eşi …’nın kaldığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)).
Diğer yandan; bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir. Somut olayda, miras bırakanın çekişme konusu taşınmazlar dışında başkaca taşınmazlarının bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır.Hal böyle olunca, miras bırakanın başkaca taşınmazlarının olup olmadığının araştırılması, var ise değerlerinin keşfen saptanıp çekişmeye konu edilen taşınmazların tüm malvarlığı içindeki oranı belirlenerek temlikin makul sınırlar içinde kalıp kalmadığının, muvazaanın bulunup bulunmadığının yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.Davacıların yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1 maddesi uyarınca … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 HMK’nın 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Kemalpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 09/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2018/3721 E.  ,  2020/4352 K. sayılı 23/09/2020 tarihli kararı

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-TENKİS


Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil-tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

– KARAR –

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Davacı, miras bırakanı … ‘un adına kayıtlı 23 parça taşınmazını 12/02/2004 tarihinde ölünceye kadar bakma akdi ile davalı gelinine temlik ettiğini, işlem tarihinde murisin hukuki ehliyetinin bulunmadığını, ayrıca yapılan işlemin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile payı oranında adına tesciline, olmadığı takdirde tenkisine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, uzun yıllar boyunca miras bırakanın her türlü bakım ve gözetimi ile kendisinin ilgilendiğini, murisin duyduğu minnet karşılığında dava konusu taşınmazları ölünceye kadar bakım akdi ile kendisine devrettiğini, ayrıca miras bırakanın akli melekelerinin her zaman yerinde olduğunu, başkaca taşınmazları da bulunduğundan saklı payın ihlal edilmediğini, tenkis talebinin yerinde olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın reddine ilişkin olarak verilen karar,Dairece; “ O halde; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde, tarafların delilleri eksiksiz toplanmak suretiyle tahkikat yapıldıktan sonra, çekişmeli taşınmazların davalıya temlik edildiği 12.02.2004 tarihinde miras bırakanın hukuki ehliyeti haiz olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, ehliyetsiz olması halinde bu yönde hüküm kurulması, yok eğer, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.” gerekçesi ile bozulması üzerine mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; 1332 doğlumlu miras bırakan …’un 17.10.2007 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak, davacı oğlu …ve dava dışı çocukları …ile …’nin kaldıkları, davalının murisin oğlu …’nin eşi olduğu, miras bırakanın adına kayıtlı 23 parça taşınmazını 12.02.2004 tarihinde ölünceye kadar bakım akdi ile davalı gelinine temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki ; hükmüne uyulan bozma ilamı kapsamında alınan; 4.Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 6.7.2015 tarihli, murisin işlem tarihinde fiil ehliyetine haiz olduğuna ilişkin raporu gözetilmek suretiyle ehliyetsizlik iddiasına dayalı olarak açılan davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.Davacının bu yöne ilişkin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine.
Bilindiği üzere; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)).
Diger yandan; bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Somut olayda; tüm dosya içeriği itibari ile, miras bırakanın bakım ve gözetim amacını taşınmazlarının bir kısmını bakım borçlusuna devretmek suretiyle de gerçekleştirebilecekken, ölünceye kadar bakım akdi işlemi ile mal varlığının büyük bir kısmını oluşturan dava konusu 23 parça taşınmazlarını davalı gelinine temlikinde, bakıp gözetilme koşulunun değil de diğer mirasçılardan mal kaçırma düşüncesinin ön planda tutulduğu ve bu iradeyle işlemlerin gerçekleştirildiği sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Hâl böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23/09/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


[1] Cevdet Yavuz-Faruk Acar, Burak Özen, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Borçlar Hukuku Dersleri (Özel Hükümler), Beta Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 726.

[2] Müge Oğuz, Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinden Kaynaklanan Muris Muvazaası, Selçuk Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu Dergisi, C. 3, S. 2, 2020, s. 344, ET. 08.06.2021.

[3] M. Kemal Oğuzman- M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Vedat Kitapçılık, 8. Baskı, İstanbul, 2010, s.108.

[4] Oğuzman-Öz, s. 111.

MİRASTA TENKİS HESABININ YAPILMASI

            A- TENKİS DAVASI

            Tenkisin sözlük anlamı indirme, azaltma ve eksiltmedir. Tenkis davası, saklı paylı mirasçıların hâkimden miras bırakanın tasarruf oranını aşan kazandırmalarının bu oranda etkisizleştirilmesini talep ettikleri davadır. Verilen karar ile miras bırakanın yaptığı bazı kazandırıcı işlemler, mirasın açıldığı tarihten itibaren hüküm doğurmak suretiyle kısmen ya da tamamen geçersizleşmiş olacaktır. Sağlar arası veya ölüme bağlı bir tasarruf ile saklı pay sahibi mirasçının saklı payına el atıldığı takdirde, yapılan o tasarruf, tenkis davası yolu ile saklı paylı mirasçının saklı payı sağlanıncaya kadar indirime tabi tutulacaktır.

            TMK m.565/b.4.’te yapılan düzenlemede miras bırakanın saklı payı bertaraf etmek amacı ile yaptığı açık olan tasarrufların tenkise tabi olacağı belirlenmiştir. Miras bırakanın bu tasarrufu yaparken saklı paylı mirasçıların payına zarar vereceğini bilmesi ve bunu göze alması kastın varlığının belirlenmesi için yeterlidir.

            B- SAKLI PAYIN BELİRLENMESİ

            Kanun koyucu, kanuni mirasçıların bazılarına, miras bırakanın iradesiyle ortadan kaldırılamayan, dokunulamayan bir miras hakkı tanımıştır. İşte, tanınan bu hakka saklı pay, bu hakkın tanındığı kimselere de saklı paylı mirasçı denilmektedir. Saklı paylı mirasçının hakkı, miras bırakanın iradesinden bağımsız olarak güçlendirilmiş olup, miras bırakanın bu hak üzerinde tasarrufta bulunması yasaklanmıştır. Miras bırakan ancak saklı pay dışında kalan kısımda istediği şekilde tasarruf etme imkânına sahip olur.

            Saklı paya tecavüzün olup olmadığının belirlenmesi için miras bırakanın mirasta tasarruf edebileceği kısmın belirlenmesi gerekir.

            Türk Medeni Kanunu’nun 506. maddesinde saklı pay oranları belirlenmiştir. “Saklı pay aşağıdaki oranlardan ibarettir:

1. Altsoy için yasal miras payının yarısı,

2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri,

3. (Mülga: 4/5/2007-5650/2 md.)

4. Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçü”.

            Örneğin bir ailede anne (A) vefat etti ve geriye sadece eşi (E) ile 2 (B, C) çocuğu kaldı ise;

            Miras 1 tam olarak kabul edilirse; 

            Sağ kalan eşin (E) miras payı 1/4, saklı payı bunun tamamı olan 1/4,

            B’nin miras payı 3/8, saklı payı bunun yarısı olan 3/16,

            C’nin miras payı 3/8, saklı payı bunun yarısı olan 3/16,

            olmaktadır. Toplam saklı pay oranı 1/4 + 3/16 + 3/16 = 10 /16 = 5/8’dir ve miras bırakanın tasarruf edebileceği kısım 3/8’dir. Bu oran miras bırakanın vefatı anında geride bıraktığı mirasçılarına göre değişiklik arz eder.

            C- TEREKENİN TASARRUF EDİLEBİLİR KISMI

            Türk Medeni Kanunu’nun 507. maddesinde; “Tasarruf edilebilir kısım, terekenin mirasbırakanın ölümü günündeki durumuna göre hesaplanır. Hesap yapılırken, mirasbırakanın borçları, cenaze giderleri, terekenin mühürlenmesi ve yazımı giderleri, mirasbırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin üç aylık geçim giderleri terekeden indirilir” şeklinde belirlenmiştir. Bu nedenle; mirasçılara düşen saklı pay miktarını hesaplamak için net terekenin ve fiktif terekenin belirlenmesi gerekmektedir. Tereke, ölen bir kimsenin mal, hak, alacak ve borçlarının tümünü ifade eder. Terekenin tasarruf edilebilir kısmı belirlenirken net terekenin hesap edilmesi, yani terekenin aktiflerinden pasiflerinin çıkarılması gerekir.

            NET TEREKE = TEREKENİN AKTİFLERİ ― TEREKENİN PASİFLERİ

            1- Net Tereke

            Terekenin aktifleri, miras bırakanın ölüm tarihine göre bırakmış olduğu tüm kıymetlerdir. Bu kıymetler, alacaklar, taşınır taşınmaz mallar, banka mevduatı gibi değerler olabilir. Terekenin pasifleri ise TMK 507. maddede yer verildiği üzere; miras bırakanın borçları, cenaze giderleri, terekenin mühürlenmesi ve yazımı giderleri, miras bırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin üç aylık geçim giderleridir. Tenkise ilişkin dava görülürken bilirkişilerce hesaplama yapılmadan önce terekenin aktifleri ve pasifleri ile ilgili tüm bilgi ve belgelerin dosyaya getirilmesi, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi ve cenaze masraflarının sorulması, miras bırakan tarafından bakılan kimseler varsa bunların 3 aylık geçim giderinin belirlenmesi gerekir. Bu hususa ilişkin takdiri değerlendirme yapılmaması gerektiği Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin2014/9116 E. , 2014/12262 K. sayılı 23.06.2014 tarihli kararında; “…araştırma yapılmadan ve gerekçe gösterilmeden pasif terekenin taktiren belirlenmiş olması da isabetli değildir” şeklinde ifade edilmiştir.

            2- Tenkis Hesabı Yapılırken Net Terekeye Eklenmesi Gerekenler

            Medeni Kanun’da tenkis hesabı yapılması için net terekeye eklenmesi gereken değerler 4721 sayılı Medeni Kanun’un 669. ve 565. maddelerde ifade edilmiştir.

Madde 669; “Yasal mirasçılar, mirasbırakandan miras paylarına mahsuben elde ettikleri sağlararası karşılıksız kazandırmaları, denkleştirmeyi sağlamak için terekeye geri vermekle birbirlerine karşı yükümlüdürler. Mirasbırakanın çeyiz veya kuruluş sermayesi vermek ya da bir malvarlığını devretmek veya borçtan kurtarmak ve benzerleri gibi karşılık almaksızın altsoyuna yapmış olduğu kazandırmalar, aksi mirasbırakan tarafından açıkça belirtilmiş olmadıkça, denkleştirmeye tâbidir”.

Madde 565; “Aşağıdaki karşılıksız kazandırmalar, ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tâbidir: 1. Mirasbırakanın, mirasçılık sıfatını kaybeden yasal mirasçıya miras payına mahsuben yapmış olduğu sağlararası kazandırmalar,geri verilmemek kaydıyla altsoyuna malvarlığı devri veya borçtan kurtarma yoluyla yaptığı kazandırmalar ya da alışılmışın dışında verilen çeyiz ve kuruluş sermayesi,

2. Miras haklarının ölümden önce tasfiyesi maksadıyla yapılan kazandırmalar,

3. Mirasbırakanın serbestçe dönme hakkını saklı tutarak yaptığı bağışlamalar ve ölümünden önceki bir yıl içinde âdet üzere verilen hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar,

4. Mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar

            Bu düzenlemelere göre miras bırakanın sağlığında mirasçılarından birine karşılıksız olarak yaptığı kazandırmalar (örneğin üç çocuğu mirasçısı olan annenin çocuklardan birine bir ev bağışlaması) tenkis hesabında net terekeye eklenir.

            Yine sigorta alacaklarına ilişkin 509. madde hükmü gereği; “Mirasbırakanın kendi ölümünde ödenmek üzere üçüncü kişi lehine hayat sigortası sözleşmesi yapması veya böyle bir kişiyi sonradan lehdar olarak tayin etmesi ya da sigortacıya karşı olan istem hakkını sağlararası veya ölüme bağlı tasarrufla karşılıksız olarak üçüncü kişiye devretmesi hâlinde, sigorta alacağının mirasbırakanın ölümü zamanındaki satın alma değeri terekeye eklenir”.

            3- Terekenin tasarruf edilebilir kısmının hesabında esas alınacak tarih

            Terekenin tasarruf edilebilecek kısmı belirlenirken mirasın açıldığı tarih olan miras bırakanın ölüm tarihi itibariyle değerinin belirlenmesi, kazandırmaların, net tereke ve sabit tenkis oranının öncelikle bu tarih itibariyle parasal değerlerinin tespiti gerekir.

            D- TENKİS DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

            Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak 1 yıl ve her halde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer. Bir tasarrufun iptali bir öncekinin yürürlüğe girmesini sağlarsa süreler iptal kararının kesinleşmesi tarihinde işlemeye başlar. Tenkis davasının açılması için öngörülen süreleri hak düşürücü süre niteliğindedir. Bu nedenle mahkeme tarafından resen ve her aşamada dikkate alınması mümkündür.

            Sağlar arası kazandırmada, mirasçı kazandırmayı miras bırakanın sağlığında öğrenmiş ise davayı mirasın açıldığı günden itibaren 1 yıl içinde açmalıdır. Örnek olarak miras bırakan çocuklarından birine karşılıksız olarak bir arsa devretmişse ve kardeşleri bunu miras bırakan sağken biliyorsa miras bırakanın ölümünden itibaren 1 yıl içinde tenkis davasını açmaları gerekir. Dava, miras bırakanın sağlığında açılamaz.

            Sağlar arası tasarruf veya miras sözleşmesi ile yapılan tasarruflarda mirasçı bu tasarrufu daha sonra öğrenebilir. Bu durumda hak düşürücü süre 10 yıldır. 10 yıllık süre vasiyetnamelerde vasiyetin açılma tarihinden, diğer sağlar arası tasarruflarda mirasın açıldığı (miras bırakanın ölüm tarihi) tarihten itibaren işler.

            E- TENKİSTE SIRA

            Türk Medeni Kanunu’nun 570. maddesinde; “Tenkis, saklı pay tamamlanıncaya kadar, önce ölüme bağlı tasarruflardan; bu yetmezse, en yeni tarihlisinden en eskisine doğru geriye gidilmek üzere sağlararası kazandırmalardan yapılır. Kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflara yapılan ölüme bağlı tasarruflar ve sağlararası kazandırmalar en son sırada tenkis edilir”.

            Yukarıda açıklanan şekilde terekenin tasarruf edilebilir kısmından hareketle ihlal edilen saklı payın belirlenmesinden sonra bu oranda tasarrufun tenkis edilmesi gerekir. Tenkis yapılırken ihlal edilen miktara göre bu miktarı karşılayacak ölüme bağlı tasarruf olup olmadığına bakılır. Eğer ölüme bağlı tasarruf yoksa veya tenkis edilecek miktarı karşılamıyorsa sağlar arası kazandırmalara bakılır. Sağlar arası kazandırmalardan en son tarihlisinde başlanarak tenkis yapılır. En son sırada ise kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernekler ve vakıflara yapılan ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmalar gelmektedir.

Konuya ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2010/1-360 E., 2010/372 K. sayılı ve 07.07.2010 tarihli kararı

·  SABİT TENKİS ORANI

·  SAKLI PAY

·  TENKİS DAVASI

·  TENKİS HESAP TUTANAĞI

Taraflar arasındaki “tenkis” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bandırma 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 05.06.2008 gün ve 2005/425 E., 2008/167 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25.03.2009 gün ve 2009/1893-3643 sayılı ilamı ile; 

” …Dava, tenkis isteğine ilişkindir. 
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların miras bırakanı N… A…’ın maliki olduğu çekişme konusu 9 parça taşınmazın intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini davalı kuruma 2.12.1987 tarihinde bağış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. 
Davacılar, miras bırakanın bağış şeklinde yapmış olduğu temliklerin saklı paylarını aşma kastı ile gerçekleştirildiğini ileri sürerek tenkis isteği ile eldeki davayı açmışlar ve mahkemece bilirkişi tetkikatı yaptırılarak davanın kabulü cihetine gidilmiştir. 
Oysa, davalı tarafın dosyaya ibraz ettiği deliller arasında yer alan ve miras bırakanın imzaladığı 24 Eylül 1998 tarihli belgede, davacılardan Gülten’e bedelini ödemek suretiyle bağımsız bölüm, damadına da taksi aldığı belirtilmekte, ayrıca 11.6.1999 tarihli vasiyetname olarak düzenlenmiş belgede ise İş Bankası Bandırma şubesindeki mevduat hesaplarından söz edilmektedir. Nevarki mahkemece bu konuda bir araştırma ve değerlendirme yapılmamıştır. 
Bilindiği üzere; tenkis (indirim) davası, miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların (tebberru) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. Tenkis davasının dinlenebilmesi için öncelikli koşul;miras bırakanın ölüme bağlı veya sağlar arası bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahiplerinin haklarını zedelemiş olmasıdır. Saklı payların zedelendiğinden söz edilmesi ise kazandırma konusu tereke ile kazandırma (temlik ) dışı terekenin tümü ile bilinmesiyle mümkündür.Tereke miras bırakanın ölüm tarihinde bırakmış olduğu mameleki kıymetler ile, iadeye ve tenkise tabi olarak yaptığı kazandırmalardır. Bunlar terekenin aktifini oluşturur. Miras bırakanın borçları, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bir aylık nafakası, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi, cenaze masrafları gibi giderler de pasifidir. Aktiften belirtilen borçların indirilmesi net terekeyi oluşturur. Tereke bu şekilde tesbit edildikten sonra mirasın açıldığı tarihteki fiyatlara göre değerlendirilmesi yapılarak parasal olarak miktarının tesbiti gerekir. (MK.565) Miras bırakanın Medeni Kanunun 564. maddesinde belirlenen saklı paya tecavüz edip etmediği bulunan bu rakam üzerinden hesaplanır. Tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup bulunmadığı objektif (nesnel) ve subjektif (öznel) unsurlar dikkate alınarak belirlenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedelenen kastının varlığından söz edilemez. 

Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda (ölüme bağlı tasarruflar veya Medeni Kanunun 565. maddesinin 1,2 ve 3 bentlerinde gösterilenler) veya saklı payın ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken Medeni Kanunun 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirascılardan ise aynı kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir. Bu işlem sırasında dava edilmeyen kişi veya tasarrufların tenkisi gerekeceği sonucu çıkarsa davacının onlardaki hakkını dava etmemesinin davalıyı etkilemeyeceği ve birden çok kişiye yapılan teberru tenkise tabi olursa 563. maddede yer alan, alınanla mütenasip sorumluluk kuralı gözetilmelidir. Davalıya yapılan tasarrufun tenkisine sıra geldiği takdirde tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan oranda (SABİT TENKİS ORANI) tasarrufa konu malın paylaşılmasının mümkün olup olamayacağı (MK.564) araştırılmalıdır. Bu araştırma sonunda tasarrufa konu mal sabit tenkis oranında bölünebilirse bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline karar verilmelidir. 
Tasarrufa konu malın sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde sözü geçen 564. maddedeki tercih hakkı gündeme gelecektir. Böyle bir durum ortaya çıkmadan davalının tercih hakkı doğmadan davalının tercihinin kullanması söz konusu olamaz. Daha önce bir tercihten söz edilmişse sonuç doğurmaz. O zaman davalıdan tercihi sorulmak ve 11.11.1994 günlü 4/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı uyarınca sür’atle dava konusu olup sabit tenkis oranına göre bölünemeyen malın, tercih hakkının kullanıldığı gündeki fiatlara göre değeri belirlenmeli ve bu değerin sabit tenkis oranıyla çarpımından bulunacak naktin ödetilmesine karar verilmelidir. 
Somut olaya gelince; yukarıda değinilen olgular belirtilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya elverişli olduğu söylenemez. 
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir…
…”  gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

Dava, tenkis isteğine ilişkindir. 
Davacılar vekili, müvekkillerinin murisi N… A…’ın1987 yılında 9 parça taşınmazını davalıya bağışladığını, murisin yaptığı temliki tasarrufları vekil edenleri miras hakkından mahrum etme kastı ile yaptığını, murisin başkaca mal varlığının bulunmadığını, murisin Bandırma Karaçalılık Köyü 82, 83, 385, 108, 125, 146, 168, 432 ve (391 nolu parselin ifrazı sonucu oluşan) 608 nolu parsellerde davalıya yaptığı temliki tasarrufların vekil edenlerin mahfuz hisseleri oranlarında tenkisi ile tenkis edilen miktarların yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiştir. 
Davalı vekili, her ne kadar tapuda şartsız ibaresi var ise de aslında bağışın ölünceye kadar bakma karşılığında yapıldığını, davalının bağışçı N… A…’ınevine 4 yıl boyunca her gün huzurevinden 2 kişilik yemek gönderdiğini, ev ve elbiselerinin temizlendiğini, giyimlerinin temin edildiğini, romatizma hastası ve yatalak olan eşinin, doktor ve hastaneye götürülerek tedavi ettirildiğini, davacıların mahfuz hisselerine tecavüz bulunmadığını, müteveffa bağışçının sağlığında davacılardan kızı Gülten’e apartman dairesi, damadına taksi aldığını, murisin davacılardan mal kaçırma kastı bulunmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. 
Mahkemece, murisin bağışlamasının altında yatan sebebin ailesine ve çocuklarına kızgınlık olduğu, bu itibarla onlara miras bırakmamak için bu şekilde hareket ettiği, küçük ve nispeten değersiz bir taşınmaz dışında tüm mal varlığını bir seferde ivazsız olarak bağışlanmasının normal olmadığı, murisin kastının mirasçıların mahfuz hissesini bertaraf maksadı taşıdığı sonucuna varıldığından, tenkis davasının kısmen kabulüne dair verilen karar; Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçe ile bozulmuş; mahkemece önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. 
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir. 
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; görülmekte olan davada mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya elverişli olup olmadığı, başkaca araştırma yapılmasının gerekip gerekmediği; burada varılacak sonuca göre eksik soruşturma ile hüküm kurulup kurulmadığı noktasında toplanmaktadır. 
Öncelikle konuya ilişkin genel açıklamalar yapılmasında ve yasal düzenlemenin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır. 
Tenkis davasının konusu, miras bırakanın saklı payı zedeleyen bir veya birden fazla kazandırmalarıdır. 
Bir kimsenin karşılık almaksızın kendi malvarlığı hak ve alacaklarından, diğer bir kimse yararına temin ettiği hukuki işlemlere kazandırma, (tasarruf) denir. 
Hukuki bir işlemin kazandırma, bağış sayılabilmesi için tamamen karşılıksız olması da koşul değildir. 
Miras bırakanın yapmış olduğu kazandırma veya kazandırmalara karşılık lehine kazandırma yapılan kimse de bir karşılık vermiş, bir edimde bulunmuş olabilir. Bu halde de karşılıklı edimlerin bedelleri arasında önemli bir fark bulunuyor ve bu farkın kazandırma amacıyla yapıldığı açıksa, gerçek karşılıkla olan farklılık da karşılıksız kazandırma sayılır. Buna karma kazandırma da denilir. 
Miras bırakan tasarruf edilebilir kısmı aşan karşılıksız veya karma kazandırmalarını ölüme bağlı kazandırma, sağlar arası kazandırma veya kazandırmalar şeklinde yapabilir. 
Tenkisin sözlük anlamı indirme, azaltma ve eksiltmedir. Kanun koyucu, kanuni mirasçıların bazılarına, miras bırakanın iradesiyle ortadan kaldırılamayan, dokunulamayan bir miras hakkı tanımıştır. İşte, tanınan bu hakka saklı pay, bu hakkın tanındığı kimselere de saklı paylı mirasçı denilmektedir. 
Saklı paylı mirasçının hakkı, miras bırakanın iradesinden bağımsız olarak güçlendirilmiş olup, miras bırakanın bu hak üzerinde tasarrufta bulunması yasaklanmıştır. 
Sağlar arası veya ölüme bağlı bir tasarruf ile saklı pay sahibi mirasçının saklı payına el atıldığı takdirde, yapılan o tasarruf, tenkis davası yolu ile saklı paylı mirasçının saklı payı sağlanıncaya kadar indirime tabi tutulacaktır.
Başka bir anlatımla; saklı paylı mirasçılar, miras bırakanın saklı paylarına el atması halinde onun, ölümünden sonra bu el atmanın ortadan kaldırılmasını, saklı paylarının tamamlanmasını talep ve dava edebileceklerdir. 
İşte, bu tür davalara da tenkis davası denilmektedir. O halde tenkis davası, miras bırakanın sağlar arası veya ölüme bağlı tasarruf veya tasarruflarıyla, tasarruf edilebilir kısmı aşması halinde, bu tasarrufların, tasarruf edilebilir kısım oranına indirilmesini temin eden hukuki bir olgudur (TMK. md. 560-son). 
Saklı pay sahibi mirasçı, tenkis davası açabileceği gibi, tenkis isteme hakkı, henüz yerine getirilmemiş tasarrufların, yerine getirilmesini istemesi halinde defi yolu ile de kullanılabilecektir (TMK. md. 571/son). 
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun, 560. ve devamı maddelerinde tenkis davalarını düzenlemiştir. Hangi tasarrufların tenkis edilebileceği, saklı paya el atma olup, olmadığının belirlenmesi yöntemi, tecavüz halinde hangi tasarrufların, hangi sıra ile tenkise tabi tutulacağı bu bölümde açıklanmıştır. 
Tenkis davaları, yenilik doğuran (inşai) nitelikte davalar olup, mirasın açıldığı güne kadar geriye doğru etkilidir. 
Bu dava ile, miras bırakanın yaptığı tasarrufların iptali değil, değiştirilmesi, tasarrufların, tasarruf edilebilir kısma çekilmesi amaçlanmıştır. Bu niteliğiyle tenkis davası bir eda davası olarak kabul edilemez. 
Miras bırakanın tasarrufu önceden yerine getirilmişse, davalının elinde bulunan malların iadesinin sağlanabilmesi için ayrıca eda isteminin de bulunması gerekmektedir. 
İndirme ve bu indirmenin iadesi istemi ayrı ayrı dava konusu yapılabileceği gibi, her iki istek aynı davada da ileri sürülebilir. 
Tenkis davası, tasarrufa konu malın lehtarın eline geçmiş olması halinde, eda istemini de kapsar. 
Tenkis kararı bu hali ile iki bölümde değerlendirilmelidir. 
Birinci bölüm, miras bırakanın tasarruflarının saklı payı ihlali ve saklı pay sınırına çekilmesini, indirilmesini belirleyen o tasarrufları değiştiren, (inşa) yenilik doğurucu bölümdür. 
İkinci bölüm ise, lüzumu halinde saklı payı tamamlamayı, mal varlığında meydana gelen eksikliğin giderilmesini amaçlayan eda bölümünü kapsamaktadır. 
Saklı paylı mirasçılara ölüme bağlı tasarrufla yapılan ve tasarruf edilebilir kısmı aşan tasarrufların, kazandırmaların, onların saklı paylarını aşan kısmı, orantılı olarak tenkise tabi olacaktır. Tenkise tabi birden fazla ölüme bağlı tasarrufun bulunması halinde, saklı paylı mirasçıya yapılan kazandırtmanın saklı payı aşan kısmı ile, saklı pay sahibi olmayan kimselere yapılan kazandırmalar, orantılı olarak tenkis edilecektir. 
Tenkis, miras bırakanın arzusunun başka türlü olduğu tasarruftan anlaşılmadıkça mirasçı atanması yoluyla veya diğer bir ölüme bağlı tasarrufla elde edilen kazandırmaların tamamında orantılı olarak yapılacaktır. 
Kendisine tenkise tabi bir kazandırma yapılmış olan kimse iyi niyetli ise, sadece mirasın geçmesi anında kazandırmadan elinde kalanı geri vermekle yükümlüdür; iyi niyetli değilse, iyi niyetli olmayan zilyedin geri verme borcuna ilişkin hükümlere göre sorumlu olacaktır. 
Tenkis, saklı pay tamamlanıncaya kadar, önce ölüme bağlı tasarruflardan; bu yetmezse en yeni tarihlisinden en eskisine doğru geriye gidilmek üzere sağlar arası kazandırmalardan yapılacaktır. Kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflara yapılan ölüme bağlı tasarruflar ve sağlar arası kazandırmalar en son sırada tenkis edilecektir (TMK. Md.570). 
Ölüme bağlı kazandırmaların aksine, miras bırakanın yaptığı sağlar arası kazandırıcı hukuki işlemler kayıtsız, koşulsuz tenkise tabi tutulmamıştır. Burada işlemin tenkise tabi tutulabilmesi için ön koşul; saklı paya el atma, tasarruf edilebilirlik sınırının aşılmasıdır. Ancak bu da yeterli değildir. Sağlar arası kazandırmaların tenkise tabi tutulabilmesi için saklı paya el atma yanında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 565 ve 567 nci maddelerinde açıklanan koşulların da gerçekleşmesi gerekmektedir. 
Tereke, ölen bir kimsenin mal, hak, alacak ve borçlarının tümünü ifade eder. Yani miras bırakanın ölüm tarihine göre bırakmış olduğu, maddi veya maddi olmayan, genellikle para ile ölçülmesi mümkün aktif ve pasif değerlerin karşılığıdır. Miras ise, terekeden daha geniş kapsamlıdır. Miras bırakanın hak ve borçları da mirasçılara ve terekeye intikal edecektir. O halde, tereke; miras bırakanın ölüm tarihine göre bırakmış olduğu tüm kıymetler ile mirasta denkleştirmeye konu iadeye tabi olarak yaptığı sağlar arası, mirasçıların terekeye geri vermekle birbirlerine karşı yükümlü oldukları kazandırmalar terekenin aktifini, miras bırakanın borçları, cenaze giderleri, terekenin mühürlenmesi ve yazımı giderleri, miras bırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin üç aylık geçim giderleri, muvazaalı (danışıklı) ödemelerde alınan karşılıklar, yine eğitim ve öğrenimini tamamlamamış olan veya sakatlıkları bulunan çocuklara yapılacak hakkaniyete uygun ödemeler vb. gibi terekenin pasifini oluşturur. 
Terekenin tasarruf edilebilir kısmı, net terekeden, yani terekenin aktifinden, pasifleri çıktıktan sonra kalan kısmından saklı payların toplamının çıkarılması sonucu geriye kalan değerlerdir. Miras bırakanın saklı paylı mirasçısı yok ise, miras bırakan net tereke üzerinde ve tamamında dilediği gibi tasarruf edebilecektir. (TMK. md. 505- 506). 
Net terekenin hesaplanmasında, terekeyi oluşturan tüm unsurların mirasın açıldığı tarihteki, başka bir anlatımla miras bırakanın ölümü tarihindeki rayiç değerlerinin, gerçek sürüm değerlerinin nazara alınması gerekir. 
Tenkis davasında ispat yükü TMK.nun 6. maddesine göre davacıya aittir. 
Tenkis davası saklı paylı mirasçılar tarafından açılacağından davacı, öncelikle saklı paylı mirasçı olduğunu, mirasa hak ehliyetini (mirasçılık belgesi, nüfus kayıtları veya bunların olmaması halinde tanık beyanlarıyla) miras bırakanın ölümünü, saklı payına el atıldığını kanıtlamak zorundadır. 
Saklı payı zedeleme kastı tanık dahil her türlü delille kanıtlanabilecektir. Bu bağlamda, saklı payı zedeleme kastı yemin delili ile de kanıtlanabilecektir. (Ali İhsan Özuğur, tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, s.5-142) 
Somut olay bu ilkeler çerçevesinde incelendiğinde; davacıların murisi N… A…’ındava konusu 9 adet taşınmazını 02.12.1987 tarihinde bağışlamak suretiyle, davalıya devir ettiği, davalı vekilinin 12.05.2006 tarihli delil listesi ekinde sunduğu dosyadan, murisin davalı Kurum’a verdiği -Yargıtay bozma ilamında da işaret edilen- 24.9.1998 tarihli dilekçede, davacı kızı G… T…’ne daire, damadına taksi aldığını beyan ettiği; 11.06.1999 tarihli vasiyetnamede ise, İş Bankası Bandırma Şubesinde bulunan vadeli, vadesiz hesaplarındaki ve USD hesabındaki paraları davalı Kurum’a bağışladığını söylediği, ancak bu hususlarda mahkemece hiçbir araştırma yapılmadığı gibi, bu savunmalara ilişkin olarak delillerin sunulmasına yönelik olarak taraf vekillerine ayrıca ve açıkça süre verilmediği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. 
Kural olarak; saklı paya el atıldığından, zedelendiğinden söz edilebilmesi için; kazandırma konusu tereke ile kazandırma (temlik) dışı terekenin tümü ile bilinmesi gerekmektedir. Dosyaya delil olarak yansıyan hususlarda taraflara delillerini sunmaları için ayrıca ve açıkça süre verilmesi, sonucuna göre terekenin tasarruf edilebilen kısmının belirlenerek, saklı paya tecavüzün bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmekte ise de; somut olayda, mahkemece, düzenlenen “Tenkis Hesap Tutanağı”nın taraf vekillerine tebliği üzerine, taraf vekillerince, tutanağın içeriğine ve hesaplama yöntemine ilişkin herhangi bir itirazda bulunulmadığı gibi, 03.04.2007 tarihli duruşmada, taraf vekillerince, dava konusu taşınmazlar dışında murise ait her hangi bir taşınmaz ve mal varlığı bulunmadığı, terekenin pasifi olarak bildirilecek değerler de olmadığı beyan edilmiştir. 
Hal böyle olunca, artık mahkemece terekenin aktif ve pasifinin belirlenmesi yönünde yeni araştırmalar yapılmasına ve bozma ilamında geçen delillerin araştırılmasına gerek bulunmamaktadır. 
Açıklanan nedenlerle direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekir. 
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, davalı Kurum harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 
07.07.2010 gününde, oybirliği ile karar verildi.