Ay: Nisan 2020

BAYİLİK SÖZLEŞMESİ VE BU SÖZLEŞMEDE KARARLAŞTIRILAN CEZAİ ŞART

A-BAYİLİK SÖZLEŞMESİ NEDİR?

Bayilik sözleşmesi, çerçeve niteliğinde bir sözleşmeye dayalı olarak sözleşme süresince belli dönemlerle bayinin alıcıdan belli miktarda malı almayı taahhüt ettiği sözleşmedir. Bu sözleşmeyle sağlayıcı, mallarını bayiye düzenli olarak vermeyi, bayi ise belli miktarda malı satın almayı üstlenmekte; satın aldığı malları ise kendi nam ve hesabına satmaktadır. Bu anlamda bayi, sağlayıcının temsilcisi ya da acentesi değildir. Bayi, sağlayıcıdan yalnızca mal almakta; ticari faaliyetlerini kendi adına yürütmekte, kar ve zararına kendisi katlanmaktadır.

B- BAYİLİK SÖZLEŞMESİNİN UNSURLARI

I-Çerçeve Sözleşme Olması

Bu sözleşme ile taraflar arasında genel çerçeve niteliğinde bir anlaşma doğmaktadır. Tarafların adresleri, sözleşmenin süresi, fesih halleri, cezai şart, hak ve yükümlülükler, tarafların sorumlulukları, asgari alım tutarları vd. gibi hususlar işbu sözleşme ile düzenlenmektedir. Böylelikle taraflar her alım-satım sözleşmesinde aynı hususları tekrar sözleşme hükmü olarak düzenlemek zorunda kalmamaktadır.

II-Sürekli Borç Doğuran Sözleşme Olması

Bir sözleşmenin bayilik sözleşmesi olarak nitelendirilebilmesi için sürekli borç doğuran nitelikte olması gerekmektedir. Aksi halde tek seferlik bir satış sözleşmesinden bahsedilecektir. Yine sözleşmenin sürekli olarak nitelendirilmesi “süresiz” ya da “her zaman geçerli” anlamına gelmemektedir. Esas olan belli bir süre içerisinde birden fazla kere borç doğuracak işlemin yapılmasıdır. İşbu nitelendirmenin önemi sözleşmenin feshinde uygulanacak hükümlerin farklılık arz etmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de niteliği gereği bayilik sözleşmesi belli bir süre için imzalanmakta; ancak sözleşme süresince taraflar arasında periyodik edimler ifa edilmektedir.

III-Bayinin Kendi Ad ve Hesabına Hareket Etmesi

Bayilik sözleşmesinde; bayi, girişimciden aldığı malları kendi nam ve hesabına satmaktadır. Bu durum, bayilik sözleşmesini acentalık ve komisyonculuktan ayıran en önemli unsurdur. Gerçekten de acenta yahut komisyoncu başkası adına sözleşme imzalanmasına aracılık etmekte; kazancını bu yolla sağlamaktadır. Bayinin kendi nam ve hesabına hareket etmesinin bir diğer önemli sonucu ise mülkiyetine geçen malların hasarlarına katlanmak zorunda kalmasıdır. Her ne kadar toplumumuzda bayi, üreticinin temsilcisi olarak anlaşılsa da ortada kurulan bir temsil ilişkisi bulunmamaktadır. Yine bayi, faaliyetlerinden dolayı yaptığı masrafları talep edemeyecektir. Masraflarını kendi ticari faaliyetinden karşılamak zorundadır.

IV-Dağıtım Ağına Dahil Olma

Bayinin kendi adına ve hesabına hareket ettiği ve bağımsız tacir niteliğinde olduğunu belirtmiştik. Bayi, bağımsız tacir niteliğini kaybetmeksizin üreticinin dağıtım ağına dâhil olmaktadır. Böylelikle üretici ve bayi arasında sıkı ve sürekli nitelikte bir ilişki kurulmuş olur. Dağıtım ağına dahil olması ile birlikte bayinin üretici ile ekonomik olarak bütünleşmesi de sağlanmış olmaktadır. Dağıtıcı bu ağ sayesinde, dağıtım, tanıtım ve satış maliyetlerine katılmadığı gibi rizikoyu da bayi üstlenir.

Görüldüğü üzere bayilik sözleşmesi, hukukumuzda yer alan satış, acenta, komisyonculuk, franchising, vekalet, adi ortaklık gibi sözleşmelerden tamamen farklı olup; kendine özgü (sui generis) bir sözleşmedir. Her sözleşme gibi bayilik sözleşmesine de Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri ve uygun düştüğü ölçülerde diğer özel hükümler uygulanacaktır.

C-CEZAİ ŞART NEDİR?

I-TANIM

Cezai şart 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 179.maddesinde düzenlenmiştir. Madde şu şekildedir;

“MADDE 179- Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.

Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.

Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır.”

Kanun maddesine de bakılarak cezai şart, tarafların sözleşmenin hiç ifa edilmemesi ya da eksik veya gereği gibi ifa edilmemesi halinde ödenecek bir miktar para (nakdi) yahut ayni bir edimin ifasını ceza olarak belirledikleri koşul olarak tanımlanabilir.

II-CEZAİ ŞARTIN ÇEŞİTLERİ

Kanunun lafzından da anlaşıldığı üzere; cezai şartın iki hali bulunmaktadır. Bunlardan birincisinde alacaklı, borcun ifa edilmemesi yahut gereği gibi ifa edilmemesi sebebiyle borcun ifasını istemeyerek yalnızca cezai şartın ifasını istemektedir. Hukukumuzda bu tarz cezai şarta “ifa yerine cezai şart” “adı verilmektedir.

İkinci şekliyle cezai şartta ise alacaklı hem borcun ifasını hem de borçla beraber kararlaştırılan cezai şartı talep edebilmektedir. Ancak bunun için cezai şarttan feragat etmediği gibi ifayı da çekincesiz kabul etmemiş olmalıdır. Bu cezai şarta ise hukukumuzda “ifaya ekli cezai şart” adı verilmektedir.

III-CEZAİ ŞARTIN GEÇERSİZLİĞİ-İNDİRİLMESİ

Bilindiği üzere hukukumuzda sözleşme serbestisi kabul edilmiştir. Taraflar, genel ahlaka ve kamu düzenine aykırı olmadıkça istedikleri konuda istedikleri şartlarla sözleşme yapabilmektedirler. Cezai şartta da durum böyledir. Taraflar ayni yahut nakdi olarak istedikleri şekilde cezai şartı belirleyebilirler. Dikkat edilmesi gereken tek nokta, şayet temel işlem hakkındaki sözleşme şekle tabi ise cezai şartın da aynı şekil şartına uyularak düzenlenmesi gereğidir.

Borcun geçersiz olması yahut ifasının imkansız hale gelmesinde durum ne olacaktır? Kanunun 182.maddesinde bu durumda cezanın ifasının istenemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ancak cezai şartın geçersiz olması halinde asıl borç, bu durumdan etkilenmeyecektir.

Bir diğer sorun ise taraflarca belirlenen cezai şartın aşırı yüksek olmasıdır. Kanun, hakime kendiliğinden aşırı gördüğü cezai şartta indirim yapabilme yetkisi vermiştir. Ancak bunun için de birtakım şartlar gerekmektedir. Şartları şu şekilde sıralayabilmek mümkündür;

-Geçerli Bir Cezai Şartın Bulunması

İndirilebilmesi için hukuken muteber bir cezai şartın bulunması gerekmektedir. Yukarıda da kısaca bahsettiğimiz üzere; asıl borcun ya da bizzat cezai şartın geçersiz olması halinde indirimden bahsedilemeyecektir. Zira bu hallerde indirimi istenebilecek bir cezai şart bulunmamaktadır.

-Cezai Şartın Muaccel Hale Gelmiş Olması

Sözleşmede kararlaştırılan cezai şartın salt fahiş olduğu düşüncesiyle indirim yapılabilmesi mümkün değildir. İndirimin söz konusu olabilmesi için cezai şartın muaccel hale gelmesi gerekir. Yani sözleşmenin hiç ya da gereği gibi ifa edilmemiş olması gerekmektedir. Cezai şartın muaccel hale gelmesi için bu durum yeterli olup; zararın doğmuş olması gerekmemektedir.

-Cezai Şartın Fahiş Olması

Cezai şartın indiriminde asıl ve en önemli koşul, cezai şartın aşırı yüksek olmasıdır. Cezai şartın yüksek olup olmadığı, her olayın özelinde hakim tarafından belirlenmelidir. Yargıtay da çeşitli kararlarında açıkça hakkaniyet ve nesafet kuralına aykırı olan cezai şartın hakim tarafından re’sen indirilebileceğini belirtmiştir.

D-ASGARİ ALIM TAAHHÜTÜ İÇEREN AKARYAKIT BAYİLİĞİ SÖZLEŞMESİ VE YARGITAY’IN KONUYA BAKIŞI

Akaryakıt bayilik sözleşmeleri, yukarıda genel anlamda tanım ve unsurlarını verdiğimiz bayilik sözleşmesinin bir çeşididir. Buna göre taraflar, sözleşmede belli bir dönem için asgari bir alım miktarı belirlemekte; yine bu miktara uyulmaması halinde ise sözleşmede cezai şart öngörülmektedir. Sözleşmedeki hükümlere uyulmaması sebebiyle cezai şartın talep edildiği hallere sık sık rastlanmaktadır. Konuyla ilgili uyuşmazlıklar Yargıtay’ın çeşitli içtihatları kapsamında çözülmeye çalışılmaktadır.

Taraflar arasında imzalanan sözleşmelerde genellikle mahrum kalınan kar miktarının ve buna ek olarak ayrı bir cezai şartın öngörüldüğü görülmektedir. Bu tarz durumlarda cezai şartın Borçlar Kanunu’nun 179/2.maddesinde yer alan ‘ifaya ekli cezai şart’ olduğu Yargıtay’ın istikrarlı görüşüdür. Sözleşmede bayinin haksız olarak taahhüdüne aykırı davranması sonucunda; sağlayıcının mahrum kaldığı karı adeta sözleşmedeki taahhüde uygun bir biçimde alacağı ve buna ek olarak ise bayinin sözleşmeye aykırı hareketi ile cezai şart olarak belirlenen bedele hak kazanacağı öngörülmektedir. Bu durum da Yüksek Mahkeme tarafından ‘ifaya ekli cezai şart’ olarak kabul edilmektedir.

“Cezai şart, borçlunun alacaklıya karşı mevcut bir borcu hiç veya gereği gibi ifa etmemesi halinde ödemeyi vaad ettiği, hukuki işlem ile belirlenmiş ekonomik değeri olan bir edimdir. Cezai şartın amacı, borçluyu borca uygun davranmaya sevketmektir. Cezai şart, asıl alacağı kuvvetlendirme amacı güder. Bu bakımdan cezai şart, kuvvetlendirilecek asıl borcun mevcut olmasını gerektirir. Asıl borç yoksa cezai şart da söz konusu olamaz. Bu niteliği itibariyle cezai şart asıl borca bağlı fer’i bir borçtur. Asıl borç, mevcut ve geçerli ise, cezai şart da borç doğurur. Asıl borç sona ermiş ya da geçersiz doğmuşsa, cezai şart bağımsız bir borç oluşturamaz. Cezai şart, asıl borcun bağlı olduğu şekle tabidir. Asıl borç bir geçerlilik şekline bağlanmışsa, cezai şartın borç doğurabilmesi aynı şekilde kararlaştırılmış bulunmasına bağlıdır. Ancak, geçerlilik şekline bağlı olan bir sözleşme bu şekle uygun olarak yapılmadığı halde, şekle aykırılığı ileri sürmenin dürüstlük kurallarıyla bağdaşmaması nedeniyle dinlenmediği hallerde, sözleşme geçerli sayıldığından, onun fer’i nitelikte olan cezai şart da geçerli sayılacaktır. Cezai şartın fer’ilik niteliği asıl borca bağlı olduğu sürece devam eder. Başka bir anlatımla cezai şartın fer’iliği, muaccel olduğu ana kadar devam eder. Borçlu borca aykırı davrandığında cezai şart muaccel hale geldiğinden artık fer’i değil, asli (bağımsız) bir alacak niteliğini kazanır. Cezai şart, sağlararası hukuki işlemlerde ve özellikle sonuçlarını hayatta doğuran sözleşmelerde kararlaştırılır. (Bkz.Tunçomağ Kenan; Türk Borçlar Hukuku I.Cilt Genel Hükümler İstanbul 1976 Sh.853 vd., Eren Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler 5.Bası, Cilt 2 Sh.1169-1171; Kılıçoğlu M.Ahmet; Borçlar Hukuku Genel Hükümler 4.Bası Sh.575-577; Reisoğlu Safa; Borçlar Hukuku Genel Hükümler 12. Bası Sh. 362.)

818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinin başlığı “cezai şart” iken 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Ceza Koşulu” başlığı altında üç çeşit ceza koşulu düzenlenmiştir. Bunlar öğretide ortaya atılan kavramlara göre seçimlik ceza koşulu (TBK. madde 179/I), ifaya eklenen ceza koşulu (TBK madde 179/II) ve ifayı engelleyen ceza koşulu (dönme cezası) (TBK madde 179/III) dur.

Akaryakıt bayilik sözleşmelerinde (veya sözleşme eki taahhütnamelerde) yer alan “yıllık asgari alım taahhüdü”ne uymama halinde öngörülen ceza koşulu (cezai şart) hükümleri TBK’nun 179/II. (BK. madde 158/II) maddesindeki ifaya ekli ceza koşulu (cezai şart) niteliğinde olduğundan burada bu tür ceza koşulu üzerinde durulması gerekmektedir.” (19. HD 2018/3380 E ve 2019/5428 K)

Uygulamada sıklıkla yapılan bir hatadan da bahsetmek faydalı olacaktır. Genellikle bayi, sözleşmenin imzalanması aşamasında asgari bir alım taahhüdünde bulunmakta ama çeşitli dönemlerde taahhüdünü yerine getirememektedir. Sağlayıcı ise hatalı olarak sözleşmenin sona ermesini yahut feshini beklemekte akabinde tüm dönemlere ilişkin cezai şart talebinde bulunmaktadır. Ancak dönemsel alım taahhütleri içeren sözleşmelerde bir dönemki alım taahhüdünü yerine getirmeyen bayiye karşı sessiz kalınması, Yargıtay tarafından sağlayıcının cezai şart istemi yönünden TBK’nun 179/2.maddesinde yer alan şartı yerine getirmediği şeklinde kabul edilmekte ve talebin reddedilmesi gerektiği şeklinde değerlendirilmektedir. Kanun maddesini tekrar hatırlamak gerekirse;

Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.”

Bayilik sözleşmesinin tanımını yaparken belirli dönemlerde alım yapılmasının sözleşmenin karakteristik özelliklerinden birisi olduğunu belirtmiştik. İşte bu dönemlerin her birisinde taahhüde aykırı olarak yapılan alımlar için cezai şart talep edilmesinin şartı, taahhüde aykırı her alımda bu durumun kabul edilmediğini gösterir bir ihtirazi kayıtta bulunulmasıdır. Bu gerek ihtarname ile gerekse fatura üzerine konulacak bir kayıtla sağlanabilir. Yüksek Mahkeme de bu görüştedir;

“Örneğin; beş yıl süreli bir “akaryakıt bayilik sözleşmesinde (veya eki taahhütnamede) bayinin yıllık asgari ürün alımı taahhüdü bulunmasına rağmen yıllar itibariyle bu taahhüde uyulmamış ise tedarikçi (sağlayıcı) firmanın, TBK’nun 179/II. madde uyarınca hem ifayı hem de ceza koşulunu talep edebilmesi için takip eden yılda henüz bayie mal vermeden önce ceza koşulu ile ilgili “çekince” (ihtirazi kayıt) bildirmesi ya da bu konuda bayie noterden bir ihtarname göndermesi gerekir. Çekince için bir şekil şartı getirilmemiştir. Tedarikçi, taahhüde aykırı davranılmış olan yılı takip eden yeni yıldaki ilk fatura ve irsaliyeye koyacağı bir açıklama (şerh) ile bu koşulu yerine getirebilir. Bu şekilde bir çekince (ihtirazi kayıt) konulduktan veya ihtar çekildikten sonra tedarikçi (sağlayıcı) firma, mal vermeye (ifaya) devam etse bile önceki yıla ilişkin ceza koşulu alacağını sözleşme zamanaşımı süresi içinde her zaman talep edebilir. Sonraki yıllarda da aynı kural geçerlidir. “(19. HD 2018/3380 E ve 2019/5428 K)

LİMİTED ŞİRKET MÜDÜRLERİNİN (6183 SAYILI AATUHK VE 213 SAYILI VERGİ USUL KANUNU UYARINCA)VERGİLERDEN SORUMLULUĞU

Limited şirketler, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu uyarınca ‘bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulan; esas sermayesi belirli olan, bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşan tüzel kişiliği haiz sermaye şirketi olarak tanımlanmıştır. Niteliği gereği limited şirketteki amaç kar elde etmektir. Bu sebeple gelir/kar elde eden şirketin vergisel anlamda da birtakım sorumlulukları bulunmaktadır. Bu anlamda limited şirketlerin vergi mükellefi olduğu açıktır.

Limited şirket müdürlerinin sorumluluğuna ilişkin açıklamalara geçmeden önce bazı terimlere değinmek gerekmektedir.

VERGİ MÜKELLEFİ VE VERGİ SORUMLUSU

Her iki kavram da 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 8.maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre;

Vergi mükellefi: Vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettüb eden gerçek veya tüzel kişidir.

Vergi sorumlusu: Verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişidir.

Daha açık bir anlatımla vergi mükellefi, şahsında verginin doğduğu kişiyi; vergi sorumlusu ise vergiyi ödemekle sorumlu olan kişiyi ifade etmektedir. Bilindiği üzere tüzel kişiler iş ve işlemlerini organları eliyle yerine getirmektedir. Limited şirkette de şirketi temsil ve ilzama, şirketi temsilen iş ve işlemler yapmaya yetkili organ ‘müdür’ yahut ‘müdürler kurulu’ olarak kabul edilmektedir. Yetkileri kısıtlanmadıkça şirket müdürleri, ticari münasebetlerde ve kamu kurum ve kuruluşları ile olan ilişkilerde şirketi temsile yetkilidir. Şüphesiz kanuni temsilci olan müdür/müdürlerin şirketin vergi ödevleri ile de ilgili sorumlulukları bulunmaktadır. VUK’nun 10.maddesi bu hususa açıklık getirmektedir: Şirket müdür/müdürleri, vergi mükellefi olan şirkete ilişkin defter ve kayıtları tutmak, ticari münasebetlerden doğan vergileri ödemek, kısaca vergisel ödevleri yerine getirmekle sorumlu tutulmuşlardır.

Şirketi temsile yetkili kişilerin bu ödevleri yerine getirmemesi halinde karşılaşacakları yaptırımlar neler olacaktır? Bu sorunun cevabını 2 başlık altında incelemek mümkündür.

213 SAYILI VERGİ USUL KANUNU UYARINCA

Yukarıda şirketi temsile yetkili müdür/müdürlerin vergisel ödevleri yerine getirmekle (defter ve kayıtları tutmak, istenildiğinde ibraz etmek, tahakkuk eden vergi ödemelerini yapmak vb.) sorumlu olduklarını belirtmiştik. Kanunun 10.maddesinin ilk fıkrasında bu ödevlerin kanuni temsilciler tarafından yerine getirileceği belirtilmiştir. 2.fıkrasında ise kanuni temsilcilerin yerine getirmedikleri ödevler sebebi ile mükelleften kısmen ya da tamamen alınmayan vergi ve buna bağlı alacakların kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerden tahsil edileceği hüküm altına alınmıştır.

Görüldüğü üzere; VUK uyarınca kanuni temsilcinin (Konumuz özelinde limited şirket müdür/müdürleri) mükellefin vergi borçlarından sorumlu tutulabilmesinin şartı, kendi kusurlu hareketleri ile mükelleften vergi ve/veya buna bağlı alacakların kısmen ya da tamamen tahsil edilememesidir. Yani limited şirketin vergi borçlarından dolayı VUK’nun 10.maddesi uyarınca şirket müdürüne başvurulabilmesinin tek yolu, verginin şirket müdürünün kusurlu hareketleri (beyan vermeme, defterlerin ibrazından kaçınma vb.) sebebiyle mükellef olan şirketten kısmen veya tamamen tahsil edilememesidir.

Şirket müdürü, temsil ve ilzama yetkili olduğu süre boyunca üzerine düşen ödevleri tam olarak yerine getirmişse artık vergi borcu için kendisine başvurulabilmesi mümkün olamayacaktır.

6183 SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİLİ USULU HAKKINDA KANUN UYARINCA

Limited şirket müdür/müdürlerinin vergisel anlamdaki sorumluluğuna ilişkin bir diğer kanuni hüküm 6183 sayılı AATUHK’nun mükerrer 35.maddesidir. ‘Kanuni Temsilcinin Sorumluluğu’ başlıklı kanun maddesi şu şekildedir;

“Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.

Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır.

Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz.

Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler.”

Öncelikle belirtmek gerekir ki; kanuni temsilcinin amme alacaklarından sorumluluğu, ikincil/tali niteliktedir. Yani asıl amme borcunun öncelikle borçludan tahsili için gerekli işlemler yapılmalı, şayet tüm işlemlere rağmen asıl borçludan amme alacağı tahsil edilemezse; kanuni temsilciye başvurulmalıdır. Görüldüğü üzere AATUHK mükerrer 35. madde hükümleri, VUK’nun 10.maddesi ile karşılaştırıldığında birtakım farklılıklar arz etmektedir. Bu farklılıklardan en önemlileri, “kanuni temsilcinin kusurunun aranmaması, alacakların tahsil edilemeyeceğinin de yeterli görülmesi” şeklindedir. Kanunen öngörülen şartları tek tek açıklamak gerekirse;

Amme Alacağının Kısmen Veya Tamamen Tahsil Edilememesi

Kanunda öngörülen şartlardan birisi doğmuş bir amme alacağının tahsil edilememesidir. Yani ortada uygun bir biçimde doğmuş bir amme alacağının olması ilk ve ön şarttır. Doğan amme alacağının vergi dairesi tarafından yapılan tüm araştırma ve işlemlere göre tahsil edilememesi gerekmektedir. Bu bağlamda yapılacak işlemler gerek öğretide gerekse de Danıştay kararlarında belirtilmiştir. Örnek vermek gerekirse;

Bu durumda, dava konusu ödeme emri ve dayanak vergi/ceza ihbarnamelerinin …………. Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ne ait olduğu taraflarca ihtilafsız olduğundan, asıl borçlu şirket adına ödeme emri düzenlenip düzenlenmediği, düzenlendi ise usulüne uygun tebliğ edilip edilmediği, devamında mal varlığı araştırmasının yapılıp yapılmadığı, öte yandan davacının kanuni temsilcilik sıfatını haiz bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak bir karar verilmesi gerekeceğinden, Vergi Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.”(Danıştay 4. Dairesi, 2015/5268 Esas ve 2019/2388 Karar)

Bu halin gerçekleşmesi için AATUHK’nun 54.maddesinde yer alan tüm cebri tahsil yollarının denenmesi gerekmektedir. Yine asıl borçlu olan şirket hakkında malvarlığı araştırmasının tüm ülke çapında yapılması, adres araştırmasının yapılması da gerekmektedir. Tüm bunlar yapılmaksızın borcun tahsil edilemediği ileri sürülemeyecektir.

Amme Alacağının Tahsil Edilemeyeceğinin Anlaşılması

Kanuni temsilciye başvurulmasının bir diğer yolu ise amme alacağının asıl borçlu olan limited şirketten tahsil edilemeyeceğinin anlaşılmasıdır. Bu durumun bir önceki başlık altında anlatılandan farkı, AATUHK 54.maddesinde yer alan yolların tüketilmesinin gerekmemesidir. Tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağı terimi kanunun 3.maddesinde;

“Tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağı terimi: Amme borçlusunun haczedilen mal varlığına bu Kanun hükümlerine göre biçilen değerlerin amme alacağını karşılayamayacağının veya hakkında iflas kararı verilen amme borçlusundan aranılan amme alacağının iflas masasından tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gibi nedenlerle tahsil dairelerince yürütülen takip muamelelerinin herhangi bir aşamasında amme borçlusundan tahsil edilemeyeceği ortaya çıkan amme alacaklarını” şeklinde tanımlanmıştır. Sonuç olarak bu şartların gerçekleşmesi halinde başkaca bir neden aranmaksızın limited şirket müdürünün sorumluluğuna gidilebilecektir.

SORUMLULUĞUN SINIRLANDIRILMASI

Limited şirkette herhangi bir zaman diliminde müdürlük görevini üstlenen kişiler, hangi dönemin borçlarından sorumlu olacaklardır? Gayet tabii; kişilerin müdürlük görevinin sona ermesinden sonraki dönemde doğan amme alacaklarından sorumlu tutulmaları hukuken mümkün değildir. Fakat bir an için akla şu soru gelebilmektedir. Kişi üzerine düşen tüm ödevleri yapmış; ancak verginin ödenme döneminden önce temsil yetkisi sona ermiştir. Acaba bu kişi, vergi borcundan da sorumlu tutulabilecek midir? Bu sorunun cevabı esasen Anayasa Mahkemesi tarafından AATUHK mükerrer 35.maddesinin bazı fıkralarının iptali ile kesinleşmiştir. AYM tarafından verilen iptal kararından önce; önceki ve sonraki müdürün müteselsil olarak sorumlu olduğu kanunen kabul edilmiştir. Ancak uygulamada haksız durumlara neden olan işbu fıkralar AYM tarafından iptal edilmiş ve sorumluluk şahsileştirilmiştir. Buna göre ödeme döneminde temsil yetkisine haiz olan kişi/kişiler sorumlu olmaktadır. Nitekim Danıştay da aynı görüştedir;

“Dairemizin 29.04.2014 günlü ve E:2013/5252 sayılı kararıyla, Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varıldığından, Anayasa’nın 152’nci ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 28’inci maddesi uyarınca, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35’inci maddesine 5766 sayılı Kanun’la eklenen son iki fıkrasının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve dava bu sebeple geri bırakılmış olup, Anayasa Mahkemesi 19.3.2015 günlü ve E:204/144/, K:2015/29 saylı kararıyla da, 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35’inci maddesinin bu son iki fıkrasını iptal etmiştir. Bu durumda, vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulması mümkün olmadığı gibi, 213 sayılı Kanun’un 10’uncu maddesi kapsamına giren amme alacaklarının takibinin mükerrer 35’inci madde kapsamında yapılabilmesi yasal olarak olanaklı değildir.”(Danıştay 4. Dairesi, 2013/5252 Esas ve 2015/1801 Karar)

KANUNİ TEMSİLCİNİN RÜCU HAKKI

Şirket müdürü, temsilcisi olduğu döneme ilişkin limited şirketin amme alacağını öderse ne olacaktır? AATUHK mükerrer 35.maddesinde kanuni temsilcinin asıl borçluya rücu etme hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu sebeple şirket müdürü de ödemek zorunda kaldığı vergi borcu için şirkete rücu edebilecektir. Yine aynı husus, VUK’nun 10.maddesinde de kabul edilmiştir. Buna göre şirket müdürü, ödediği asıl ve feri tüm amme alacakları/vergi borçları için şirkete rücu edebilecektir. Rücu işlemi, özel hukuk hükümlerinden kaynaklanmakta olup; uyuşmazlıkta adli yargı görevli olacaktır.