Devlet organlarının daha doğrusu idarenin yapmış olduğu işlem ve eylemlerden kaynaklı olan zararları tazmin etmesinin dayanağı Anayasa’nın 125.maddesinde yer almaktadır. Buna göre “İdare, kendi eylem ve işleminden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”. İdarenin tazminat yükümlülüğü doğması için gerekli olan şartlar nedir? Hukukumuzda idarenin sorumluluk esası olarak ‘kusur sorumluluğu’ kabul edilmiştir. Buna göre idarenin bir eylem veya işlemi, hukuka aykırı olmalı ve bu eylem veya işlemden kaynaklı olarak bir zarar ortaya çıkmalıdır. Bu çalışmamızın konusunu idarenin genel sorumluluk esasına istisna oluşturan hallerden birisi olan “kamu külfetlerinin paylaşılmasında eşitlik” bir diğer adıyla “fedakarlığın denkleştirilmesi” oluşturmaktadır. Bu ilkeler, idarenin kusuru olmasa dahi meydana gelen zararı karşılaması gerektiği anlamına gelmektedir.
İdare tarafından gerçekleştirilen bazı eylemlerde idareye atfı kabil hiçbir kusur olmasa dahi bir zarar meydana gelmiş olabilir. Bu tarz durumlarda salt idarenin kusurunun bulunmadığı sebebiyle vatandaşların tazminat taleplerinin reddedilmesi, hakkaniyete aykırı olduğu gibi temel haklara da aykırılık teşkil edecektir. Bu gibi durumlarda idarenin kusuru aranmamakta; ortaya çıkan zarar ile idarenin davranışı arasında illiyet bağının bulunması yeterli görülmektedir. Kusursuz sorumluluk ilkesi hukukumuzda genel olarak “İdarenin risk ilkesi gereğince sorumluluğu” ve “Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi gereğince sorumluluk” başlıkları altında incelenmektedir.
Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik İlkesi Gereğince Sorumluluk
Kamu külfeti kavramı neyi ifade etmektedir? Kamu külfeti, idare tarafından verilen hizmetlerin karşılığında bu hizmetten kaynaklanan yükümlülükleri ifade etmektedir. Anayasamızda da belirtildiği üzere; kanun önünde her vatandaş eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir. Yani hakları kullanma ve yükümlülüklere katlanma noktasında ‘eşitlik ilkesi’ kabul edilmiştir. İdare tarafından verilen hizmetlerde de hizmetten her vatandaş eşit bir biçimde yararlanma hakkına sahip olduğu gibi, bu hizmetten kaynaklanan külfetlere de her vatandaşın eşit olarak katlanması beklenmektedir. Ancak bazı durumlarda idare tarafından hukuka uygun bir eylem/işlem yapılmakta, bu hizmetten tüm vatandaşlar eşit olarak yaralanabilmekte; ancak ortaya çıkan durum itibariyle bundan kaynaklanan zarar anormal ve özel olarak bir kişi üzerinde kalmaktadır. Yargı kararlarında bu zararın idare tarafından tazmin edilmesinin hukukun genel ilkelerinin, hakkaniyet ve nesafet kurallarının gereği olduğu isabetli bir biçimde ifade edilmiştir. Zira bu durum, hukukun bir gereği olduğu gibi vatandaşların idareye duyduğu güvenin ve sağlıklı bir sosyal yaşantının temel taşıdır.
Danıştay da verdiği çeşitli kararlarda idarenin hukuka uygun faaliyetinden kaynaklanan zararın tazmini için zararın özel, anormal ve daimi nitelikte olması gerektiği belirtmiştir. Bu anlamda kısa süreli ve geçici nitelikte zararların tazmininin bu ilke uyarınca istenemeyeceği sonucuna varılmaktadır.
Ülkemizde bu ilkenin ortaya çıkış halleri genel olarak idarenin bayındırlık faaliyetlerinden kaynaklı olarak ortaya çıkmaktadır. Örnek kabilinden şu durumları saymak mümkündür;
-Yol yapım çalışması sonucunda vatandaşa ait işletmenin müşteri sayısının anormal derecede düşmesi,
-Liman inşaatı sebebiyle balıkçı restoranlarının müşterilerinin azalması,
-Bayındırlık faaliyeti neticesinde kişilere ait taşınmazın kullanılamaz duruma gelmesi veya bu taşınmaza ulaşabilmek için çok fazla yakıt harcanması ya da mesafe kat edilmesi,
-Bayındırlık faaliyeti sonucunda oluşan kot farkı sebebi ile taşınmazın değerinde meydana gelen azalmalar.
Bu gibi durumlarda idare tarafından kusuru olmaksızın verilen zararının tazmininin gerektiği yüksek mahkemenin içtihatlarında isabetli olarak belirtilmiştir. Bu anlamda içtihatların ilgili kısımlarına aşağıda kısaca yer vermekteyiz;
“Dosyanın incelenmesinden, davacılar tarafından işletilmekte olan A1 Köyü sınırları içerisinde bulunan akaryakıt istasyonu, restoran, market, yıkama ve yağlama ünitesinin Bitlis-Tatvan Karayolunun yükseltilmesi sonucu yol kotunun aşağısında kaldığı ve araç giriş-çıkışının kesildiği, Bitlis Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/30 sayılı dosyasıyla söz konusu zararın toplamda 399.875,92 TL olduğunun saptanması üzerine 27.02.2009 günlü başvuru dilekçesiyle uğranıldığı iddia edilen 500.000,00 TL zararın tamamının davalı idareden talep edildiği anılan başvurunun reddi üzerine de görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İdareler kural olarak yürüttükleri kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlüdürler. İdari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Kusursuz sorumluluk, risk ilkesi ve fedakarlığın denkleştirilmesi olmak üzere iki ilkeye dayanmaktadır. Fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi veya kamu külfetleri karşısında vatandaşların eşitliği ilkesi; idarenin, nimetleri tüm toplum tarafından paylaşılan hukuka uygun eylem ve işlemlerin külfetlerinin belli kişi veya kişilerin üzerine kalmamasını, uğranılan zararın idarenin bir kusuru olmasa bile tazmin edilmesini öngörmektedir. Kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince idarenin hukuka uygun eylemlerinden doğan zararı da tazmin etme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bir başka anlatımla, idari hizmetlerin kuruluş ve işleyişlerinde mevcut kusurlardan doğan zararların idarece tazmini gerektiği açıktır. Ayrıca kamu hizmetlerinin görülmesi sırasında bir görevle ilgili olarak genel külfetler dışında fertlere ve ferdi mülkiyete verilen zararların, eylemle zararlı sonuç arasında nedensellik bağının bulunması koşuluyla kusursuz sorumluluk esaslarına göre kusur aranmadan hizmetin sahibi idarece tazmin edilmesi hukukun genel ilkeleriyle hakkaniyet kuralları gereğidir. Aksine bir durumda; bu hizmetten doğan zarar bir veya birkaç kişiye yüklenmiş olacaktır.
Somut olayda da idare, kamu yararını gerçekleştirmek, toplumsal bir ihtiyacı karşılamak için hizmet yürütmüş ve bir faaliyette bulunmuştur. İdarenin, bu hizmetinden tüm toplum yararlanacak olmasına karşın davacılar bir külfet altına sokulmuş ve kamu yararı lehine özel bir fedakarlığa katlanmak zorunda bırakılmıştır. Bu şekilde bozulan kamu külfetlerinin dağılımındaki dengenin bir denkleştirilmeyle yeniden kurulması gerekir. Bu denkleştirme ise kamu yararını gerçekleştirmek için girişilen bu hizmet nedeniyle zarara uğramış olan davacıların zararlarının idarece tazmin edilmesi suretiyle gerçekleşecektir.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmeliğin 11 inci maddesinde, karayolu kenarında yapılacak yol çalışmaları sonucu oluşacak olan zararlardan dolayı bir talepte bulunmayacağına ilişkin açık bir kural bulunmakta ise de, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunu düzenleyen Anayasal hüküm ve hukukun genel ilkeleri kapsamında, davacıların uğramış olduğu zararın tazmini gerektiği açıktır.
Bu durumda, tazminat isteminin reddine ilişkin kararda hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” (Danıştay 8.Dairesi 2010/4187 Esas ve 2012/429 Karar)
“Dosyanın incelenmesinden, yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen rapora göre; davacılara ait taşınmazın imar planı içinde, yerleşmenin az olduğu bölgede boş arsa niteliğinde olduğu, davalı idareye ait 70-80 cm yükseklikli oto korkuluğun engellemesi sonucu bu parsellere ulaşımın, otomobil ile imkansız, otoyol olması dolayısı ile yaya yolu ile de zor olduğu, aynı şekilde hayvan otlatma ve zirai ulaşımın da mümkün olmadığı, ayrıca parselin diğer yönlerinde dere olması ve bitişik komşu parsel olmaması nedeniyle ulaşımın imkansız hale geldiği, yol alt katmanlarının reglaj ve sıkıştırmadan kaynaklanan taşma miktarının da 50-60 cm kot farkı oluşturduğu, tüm bu etkenler bir araya geldiğinde taşınmazın değerinin tamamını kaybettiği tespitlerine yer verildiği görülmektedir.
Bu durumda, davalı idarece karayolunun yenilenmesi çalışmaları sonrasında davacılara ait taşınmazın değer yitirdiği ve oluşan maddi zararın kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.” (Danıştay 10.Dairesi 2015/959 Esas ve 2016/354 Karar)
“Dosyanın incelenmesinden; davacıya ait Ankara İli, Çankaya İlçesi, Öveçler Mahallesi, … ada, … parsel sayılı taşınmaz üzerinde yer alan …no‘lu dükkanın cephe aldığı Öveçler 4. Cadde‘de davalı idarece yapılan yol yapım çalışmaları esnasında yol kotunun düşürülmesi sonucu binanın yol seviyesinden 1,5–2 metre yukarıda kaldığı, davaya konu işyerinin daha önce düz ayak olduğu, dükkana yoldan girilebildiği, yol yapım çalışması nedeniyle dükkana giriş çıkışın imkansızlaştığı, dükkanın kullanılamaz hale gelmesi nedeniyle 2008 yılı Kasım ayında kiracının dükkanı tahliye ettiği ileri sürülerek uğranılan zararın tazmini isteğiyle Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada 15.07.2010 tarihli, E:2009/382, K:2010/278 sayılı karar ile davanın görev yönünden reddedildiği, anılan kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 09.12.2010 tarihli, E:2010/11115, K:2010/126662 sayılı kararıyla onanması üzerine, 25.913,79.-TL kira kaybının ait olduğu aylardan itibaren, 124.137,93.-TL değer kaybının ise kiracının dükkanı tahliye ettiği 01.11.2008 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, Konya Yolu Fen Lisesi Kavşağı–Dikmen Caddesi Bağlantı Yolu ile Öveçler 4. Cadde kesişiminde köprülü kavşak ve alt-üst geçit düzenlemesine ilişkin imar planı değişiklikleri üzerine alanda köprülü kavşak ve yol yapım çalışmalarının yapıldığı, söz konusu yol yapım çalışmaları esnasında yol kotunun düşürülmesi nedeniyle davacının dükkanının yol seviyesinden 1,5–2 metre yukarıda kaldığı ve bu nedenle maddi zararın oluştuğu ileri sürülmektedir.
Her ne kadar, davaya konu taşınmazı da kapsayan alanda yapılan imar planı değişikliklerine ve çalışmalara yönelik mahkemelerce verilmiş nihai bir iptal kararı bulunmamakta ise de; idarelerin hukuka uygun eylemleri nedeniyle oluşacak zararlardan da sorumlu olduğunun ve kişilerin bu eylemlerden doğan zararlarının karşılanması gerektiğinin kabulü zorunludur.
Bu durumda, söz konusu köprülü kavşak ve alt-üst geçit düzenlemesinin davacının taşınmazının kullanımında herhangi bir zorluğa, değer düşüklüğüne ve zarara neden olup olmadığının tespit edilmesi ve varsa bu değer düşüklüğü ve zararın miktarının belirlenmesine yönelik mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, idarenin hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” (Danıştay 6.Dairesi 2013/7368 Esas ve 2015/1683 Karar)